Ahlâk felsefesi (Slan)

  • Konbuyu başlatan Damla
  • Başlangıç tarihi
  • Mesaj 0
  • Görüntüleme 1K

Damla

Co Admin
Yönetici
Apple Expert
Adım
Öznur
Cihaz
iPhone 11
Katılım
13 Haz 2018
Konular
1,107
Mesajlar
5,271
Çözümler
14
Tepkime puanı
4,605
Puanları
3,064
Yaş
39
Konum
Türkiye
"eğilim ahlâkı"nın karşısına kendi "ödev ahlâkı"nı koymak..

Kant etiğinin ana hatlarını ve temellendirilmesini incelemeye çalışacağımız bu küçük incelemede kendimizi Kant’ın ahlâk felsefesini geliştirdiği temel yapıtı olan 'Ahlâk(iliğ)in (töre’nin) Metafiziği' (Die Metaphysikder Sitten) ile sınırlı tutmaya çalışacağız.

Kant ahlâk felsefesini geliştirirken kendisini sadece bu yapıtla sınırlamaz, bu konuyla ilgili düşüncelerini genel bir ahlâki ilke kurmaya çalıştığı Grundlegung zur Metaphysikder Sitten adlı yapıtta, pratik ve teorik akıl arasındaki ilişkiyi incelediği Pratik Aklın Eleştirisi’nde (Kritik der praktischen Vernunft), ayrıca akıl ile inanmayı konu alan Saf Aklın Sınırları İçerisinde Din (Die Religion innerhalb der Grenzen der blossen Vernunft) adlı yapıtlarında da işlemektedir. Fakat diğerlerinde ele alınan ahlâk felsefesi ile ilgili konular, inceleyeceğimiz kitaptaki düşüncelerin tekrarıdır.

Kant’ta ahlâkiliği temellendirme çabası ahlâk felsefesinin temel sorusu olan “İyi'nin nasıl belirleneceği problemi ile başlar. Kant’a göre yeryüzünde ve evrende mutlak anlamda bir “iyi istek” ya da “iyiyi isteme” söz konusudur.(1) Kant’ın ahlâk felsefesinde iyinin ne olduğu sorusu mutlak anlamda iyiyi kapsamakta , iyinin insanlar arasındaki ilişkilerde geçerli olan izafi değeri kastedilmemektedir. “Akıl, şaka, hüküm çıkarma yeteneği ve ruhun cesaret, kararlılık, ısrarcılık gibi sempatik özellikleri şüphesiz bazı bakış açılarına göre iyi ve istenilen bir şeydir: fakat bunlar iyi istek (niyet) – gute Wile- olmadığı taktirde aynı derecede zararlı ve kötü olabilirler.”(2) Bu cümleden hareketle Kant şu tespitte bulunur: “ iyi istek bir şeyi etkilediğinden veya herhangi bir amacın gerçekleşmesine yardımcı olduğundan dolayı değil, bizzat “istemeden” dolayı yani kendiliğiinden iyidir.”(3) Burada açıklanması gereken ve problem olarak karşımızda duran şey, iyi istemenin niteliğinin ve yapısının ne olduğudur. Kant’a göre” iyi isteme”, bireyin kendi isteklerinin arkasındaki maksimi genel geçer bir kanun yapma arzusunun olduğu her yerde mevcuttur.(4) Genel geçer kanun insan isteklerinden bağımsız olan Metafiziki bir alemde olmayıp tersine burada yaşayan ve burada olan bireyin düşüncelerine göre şekillenmektedir. Bu anlamda kategorik imperatif iyi istemin tanımlanması olarak anlaşılabilir.

Kant, istemenin bağımsızlığını ahlâkiliğin (sittlichkeit) ilkesi olarak görür.(5) Kant, ahlâk kanununun geçerliliğine dair bir kanıt sunmadığı gibi; onun geçerliliğini ispat etmeyi de denemez. “Ahlâk kanununun objektif geçerliliği, ne tümdengelimle ne teorik uğraşılarla ne de ampirik açıdan desteklenmiş akılla ispat edilebilir”(6) O kendi geçerliliğiini bizzat kendi içinde taşır.

İyi isteme doğrudan doğruya insan özgürlüğü ile ilgilidir ve onlar karşılıklı olarak birbirlerini tamamlarlar. Ancak özgür olan insan iyi isteme sahip olabilir. Özgürlük kavramı sayesinde insan kendisini tamamen farklı bir düzen ve ilişkiler yumağı içerisinde görür.Özgürlük düşüncesi insanı sadece istekler ve meyiller peşinde koşan varlık olma durumundan kurtarmaktadır. Kant’a göre özgürlük düşüncesi isteğe bağlı olarak kabul edilmiş olmayıp insan olmanın bir zorunluluğudur. Saf aklın eleştirisinde Kant özgürlükten postulat yani pratik anlamda gereklilik olarak söz eder. İnsanın ahlâki düşünmesi ve ahlâki davranması özgürlüğün pratik anlamda zorunluluk olarak ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Çünkü ahlâkiliğin mümkün olmasının tek şartı özgürlüktür. Fakat özgürlüğün kendisinin nasıl mümkün olduğu sorusunun cevabı yoktur. “ Akıl, özgürlüğün nasıl mümkün olduğu sorusuna cevap aramaya başladığında kendi sınırlarını çoktan aşmış durumdadır.”(7) Özgürlük ispat edilemez, o daha çok savunulmak zorundadır.(8) Özgürlük düşüncesi bu anlamda keyfi bir kabul olmayıp ahlâki açıdan temellendirilmiş bir kabuldür. Negatif anlamda Özgürlük doğal zorunluluklardan bağımsız olmaktır. Bu doğal zorunluluklar öyle zorunluluklardır ki; onlardan her biri kendilerini oluşturan sebeplerce tekrar icra edilebilir. Meselâ eğilimler doğal zorunluluklardan biridir, bunlar dış nesneler tarafından harekete geçirilir ve bir anlam kazanırlar. Tutku, korku ve aşk temelde bireyin çocukluğundan beri sahip olageldiği diğer insanlarla ilişkilerinin bir sonucudur. Pozitif anlamda özgürlük ise insanın kendisini kendi yasa anlayışına göre belirleyebilmesidir. Bağımsızlık bu anlamda bireyin keyfi bir şekilde kendi kendisine sahip olması değil, aksine kaynağını genel kanundan ve ilkelerden alan aklın birey üzerindeki eğemenliğidir.

İstemenin (Wille) özerkliği ahlâkiliğin temel ilkesidir. Bu ilke imperatif karaktere sahiptir çünkü insan her zaman zorunlu olarak iyiyi istemez. Kant bundan dolayı kategorik imperatiften söz etmektedir. Ahlâkiliğin belirlenmesi ve temellendirilmsinin tek yolu kategorik imperatiften kaynaklanan “iyi istemedir”. Etik açısından burada önemli olan bireyin “iyi isteme” ödevinin ortaya çıkmasıdır. Ödev kavramı günümüzde daha çok zorlama, otorite, baskı altına alma ile ilgili düşünceleri akla getirmesine karşın; bu kavramın geleneğine bakıldığında tamamen farklı bir anlam ile karşılaşılmaktadır. Böyle bir gelenekte ödev daha çok bireyin kendi kendini sorumlu kılması anlamına gelmektedir ve Kant’ın da bu kavramdan (Pflicht) kastettiği budur. “Ödev (vazife)-Pflicht- insanın ahlâki- manevi bir düzende yaşamasını ve kendi özgürlüğünü gerçekleştirebilmesini mümkün kılan bir insani tavır olarak anlaşılmaktadır.” (9) Bireyin kendi davranışlarını iyi istence göre düzenleme isteğinin olmadığı bir yerde ahlâkilikten söz etmek mümkün değildir. Pratik anlamda özgürlüğünün farkına negatif özgürlük sayesinde, yani içsel eğilimlerini ve doğal zorlamaların etkisinde kalmayarak varan bir insan kategorik imperatifin aracısız olarak bilincindedir. Bu doğrudan sahip oluş, dışarıdan hiçbir zorlama olmadan insanın kendi kendisine koyduğu zorunluluk da (Sollen) insanın kendisini özgürlük kavramı ile ilşikilendirmesinden kaynaklanmaktadır. Kant özgürlüğü ahlâk kanunun varlık temeli (ratio essendi) olarak görürken; ahlâk kanununu da özgürlüğün bilgi temeli (ratio cognosendi) olarak görür.(10) İnsanın ahlâk kanununa boyun eğmesi onu kanunun tebaası sınıfına sokmasına karşın; insan kendi değerinden bir şey kaybetmez çünkü bu kanunun asıl sahibi ve onu ortaya çıkaran da kendisidir. İnsanın bir ahlâk kanununa tabi olması onu bir köle yapmayacağı gibi o kanunun birey taradından kabul edilip uygulanması onu efendi yapmaz. “ İnsan her iki durumun birleşmesiyle insandır. İnsan ve ahlâki davranan bir varlık olarak ben ne bir köle ne de bir efendiyimdir. İnsan kendi kişiliğinde her ikisinden de izler taşır.”(11) Bu anlamda pratik özgürlük yalın soyut bir şey değildir. Çünkü ahlâki eylemi mümkün kılan bu pratik özgürlüktür.

Kant’ın ahlâk felsefesinin temelini kategorik imperatif oluşturmaktadır. Çünkü o ahlâkiliğin temel prensibidir. Kant’a göre kategorik imperatifin iki görevi vardır. Onun fonksiyonlarından birisi ahlâki hüküm ve çıkarımlarda (Dijudikation Prensibi) bulunmayla ilgilidir. İkinci fonksiyon bireyi ahlâki davranmaya iten kanunun, o ahlâki eylemin temel sebebi olarak görülmesidir. Kant yorumcuları(12) bu kanunun bizzat kendisinin değil kanun bilincinin ahlâki eylemin sebebi olduğu görüşünü haklı olarak dile getirmektedirler. Kant bilindiği üzere kategorik imperatifi hipotetik imperatiften ayırır. Hipotetik imperatif, yetenekliliğin şartları, önceden belirlenen amaçlara ulaşmaya yarayan teknik emirler ile insanı mutluluğa götürecek pragmatik emirler ve akıllığa dair tavsiyeler olmak üzere ikiye ayrılır.(13) Hipotetik İmperatif tam olarak günümüzde araçsal akıl diye nitelediğimiz kavrama karşılık gelmektedir.

Kant, davranışları insanın o davranışın sonunda herhangi bir pratik amaç güdüp gütmediğine göre, “göreve uydurulan eylem” ve “görevden doğan eylemler” olmak üzere ikiye ayırır.(14) Bir eylem, ancak kendi özünde taşıdığı doğruluğun amaç edinilmesi sayesinde ahlâkilik vasfını kazanabilir. Buna karşın pragmatik kaygıların kişişel çıkarın ön plânda olduğu eylem, ahlâkilik niteliğini kazanamaz. Bir takım yaptırımlara maruz kalma korkusu ile ortaya çıkan eylemler de aynı şekilde ahlâki sayılamazlar. Kategorik imperatifin sosyal fonksiyonu insanların birlikte yaşamalarını mümkün kılmak ve bunu olduğunca optimal hale getirmektir. Bu anlamı daha da açık hale getirmek ve anlaşılır kılmak için Kant; kategorik imperatifi üç ayrı formül ile ifade etmeye çalışır. Bu formüller pratik-objektif olmaktan ziyade, subjektiftirler. (15) Kategorik imperatifin temel formülünü Kant şöyle dile getirir: “Öyle bir maksime göre davran ki, senin bu davranışının altında yatan ilke aynı zamanda genel bir yasa (ilke) olsun”.(16) Bu temel formül tekrar üç alt formül ile ifade edilir. Bunlardan birincisi Kant tarafından şöyle dile getirilir: “Öyle davran ki, davranışının arkasındaki maksim, genel tabiat kanunu olsun”.(17) Burada kast edilen doğa kanunu ontolojik bir düzeni ifade etmeyip, sadece maksimin genelleşmesi için gerekli olan katılığı ifade etmektedir. İkinci formül temel amaç formülüdür ve şöyle ifade edilir: “ Öyle davran ki, davranışlarında insanlığı hem kendi şahsında hem de başkalarının şahsında hiçbir zaman bir araç olarak kullanma, o devamlı amacın kendisi olsun.”(18) Üçüncü formül insan otonomisi ve onun bizzat kendisinin amaç olması (Zweek an sich) ile ilgilidir. “Her türlü gayenin subjesi bizzat kendisi amaç olan akıl sahibi varlıktır.”(19) Bu üçüncü formül, ikinci formülde dile getirilen genel ilkenin içinin, her bir insanın bizzat kendi başına bir amaç olduğu tespiti ile doldurulmasıdır. İnsanın bizzat amacın kendisi olması ve onun özerkliği görüşü Kant’a göre ahlâkiliğin en yüksek ilkesini oluşturmaktadır.(20) Kant’ın ortaya koyduğu bu genel ilkeler sık sık yanlış anlaşılmalara meydan vermiş ve bu ilkeler yalın formalite olarak görülmüş ve tenkit edilmiştir.(21) Buna karşın kategorik imperatifin temel formülü ahlâki bir prensip olarak insana hareket noktası kazandırmaktadır. Bu durum özellikle insanın kendi eylem ve davranışlarında kendisini bizzat amaç olarak belirlemesinde daha da açık bir şekilde gözükmektedir.

Kant bu açıklamalardan sonra şu sonuca ulaşır: “Ahlâkilik insani değer ve kıymetin temel şartıdır.”(22) İnsan sadece ahlâkiliği sayesinde kendisini bağımsız olarak belirleyebilir ve kendi önem ve kıymetini bu sayede anlayabilir. Gerçi insan bu değerinden bazen sapmalar gösterebilir fakat hiçbir zaman bu değeri tamamen kaybetmez çünkü ilke olarak insana tekrar bu değerine kavuşabilme yeteneği verilmiştir.(23)

Eylemeler kendi ahlâki değerlerini kendi temellerini oluşturan maksimlerden aldıklarından dolayı; herhangi bir şahsın hangi maksime göre hareket ettiği, diğer insanlara, diğer insanların hangi maksimlere göre hareket ettiği de özneye gizli kalacaktır. İnsanın yapıp etmesi olumlu ya da olumsuz bir şekilde değerlendirilebilir; fakat insanın insan olması açısından, yani insanlığı şahsında temsil eden bir birey olması açısından yargılamak mümkün değildir. Acaba bu hüküm akli düşünebilme yeteneğine sahip olmayanlar mesela ruh hastaları veya akıl hastası olan insanlar için de geçerli midir ? Kant bu tür insanların insani değer ve kıymet taşımadıkları inancındadır. Çünkü onlar ahlâki davranma yeteneğine sahip değildir. Böyle bir tespite tamamen katılmak zor olsa da onu tamamen geçersiz saymak da mümkün değildir. Hiçbir insan diğerinin insani kıymetini alma ya da ona bu kıymeti verme yetkisine sahip değildir. Günlük yaşantımızda ve ahlâki eylemlerimizde bizim hareket noktamız her insanın insani değer ve haysiyete sahip olduğu inancı olmalıdır. “İnsanla işimizin olduğu her yerde onun sahip olduğu benlikte özgürlüğün bir değer olarak saklandığını hatırda tutmamız gerekmektedir.”(24)

Yukarıda kısaca belirttiğimiz gibi kategorik imperatifin gerek temel formülü gerekse ondan çıkartılan diğer yan formüller tamamen formel ilkeler. Buna karşılık Kant’ın ahlâk felsefesi bazıları tarafından iddia edildiği gibi tamamen yalın bir formalizmi içermez.(25) Çünkü kategorik imperatifin genel ilkelerinin ne relativist ahlak fesefesini ne de ahlâkın tarihselciliğini savunanlar tarafından geçersiz kabul edilmeleri mümkün değildir. Çünkü bu ilkeler Kant’a göre zaman ve mekâna göre değişmeyecek olan temel ve mutlak ilkelerdir.(26) Bu maksimlerin nasıl anlaşılması gerektiği yani bunları normal davranıştan nasıl ayırmamız gerektiği önemli bir husustur. Kant bu mesele üzerinde durur ve maksimleri subjektif geçerliliğe sahip pratik temel ilkeler olarak tanımlar. Maksimler aynı zamanda bireyin hayat karşısında oluşturduğu yaşama tarzını da içine alan bir kavramdır. Onlar ahlâki eylemlerin temelinde yatan itkiyi ifade ederler. Kant’a göre yalın, subjektif; meselâ “ben doğru olmak istiyorum” gibi ilkeler bana faydası dokunduğu sürece bireysel maksim olarak kabul edilebilirler; fakat ahlâkiliğin gerektirdiği şartı gerçekleştiremezler. Çünkü Kant ahlâki maksimleri genel-geçer olma özelliğinden dolayı aynı zamanda pratik kanunlar olarak görmektedir. Meselâ başkalarına iyilik etmenin faziletine inanan, bunu kendisine maksim olarak kabul eden birisi sadece arkadaşlarına iyilik edip, tanımadığı insanlara kötülük ettiği taktirde, Kant’ a göre bu maksim ahlâki bir maksim olmamaktadır. Bunun ahlâki olabilmesi için o bireyin bu maksimi bütün insanlara uygulayabilmesi gerekmektedir.

Kant ahlâkiliğin metafiziğindeki metafizik kavramının, yanlış anlaşılmaması gerektiğini onun ontolojik anlamdan ziyade rasyonel metodik bir refleksiyonu ifade ettiğini ısrarla belirtir. Bu anlamda metafizik kendisini tabiat ve ahlâkla da ilişkilendirebilir. Kant “metaphysık der Sitten” adlı yapıtını hukuk ve fazilet öğretisi olmak üzere ikiye ayırır. Kant fazilet öğretisini gerçek etik olarak nitelendirir. Buradaki etik kavramında da Kant hukuk ve moral normları üzerine refleksiyonu anlamaktadır.(27) Kant meşruluğu, bir eylemin onu harekete geçiren etkenlerine bakmaksızın kanun ile uyuşması olarak tarif eder. Moralite de aslında kanun ile eylem arasındaki bu uyuşmadan başka bir şey değildir.(28)Hukuk ve moral arasındaki ilişki temelde bireyin kendisini herhangi bir hukuk sistemine bağlı hissetmesiyle başlamaktadır. Verilen herhangi bir sözü kanuni bir mecburiyetten dolayı tuttuğum takdirde bu ahlâki bir davranış sayılmamaktadır. Hiçbir menfaat ve beklenti kaygısı duymadan verdiğim sözü tutuyorsam yani genel ilke benim davranışımın saikı ise bu eylem ahlâki eylemdir. Kant hukuki ödev ve görevlerin fazilete dair ödev ve görevlere göre daha az bağlayıcı olduğu görüşündedir. Çünkü hukuki ödev ve görevler sadece eylemin kendisi ile ilgiliyken ikincisi eylemin arkasındaki neden ile ilgilenmektedir. Hukuk ve morali daha anlaşılır biçimde şöyle karşılaştırabiliriz.
HukukMoralYasanın dıştan konmasıYasanın içten konmasıEylemEylemim maksimiDar mükellefiyetGeniş mükellefiyetDış zorlamaİç zorlama
Kant’a göre hukukta temel olan, eylem özgürlüğüdür. Fakat bu özgürlük diğere insanların eylem özgürlükleri ile birlikte olmak zorundadır. Bu hak zaten insan olmanın bir gereğidir.(29) Kant’a göre hukuk ve moral birbirleriyle çelişen iki alan olmayıp aksine moral, hukuktan saha fazla şey sunan ve isteyen bir alandır. Hukuk ahlâkiliğin minimum şartı olarak anlaşılabilir. Fakat bu, hukuk ilkelerinin kategorik imperatifin bir alt formu olarak anlaşılması demek değildir. Hukuk aynı zamanda basit ve keyfi bir kural koyma da değildir. O kendisini toplum sözleşmesinde temellendirir. Hukuksal özgürlük kendisini bağımsız istemde değil insan ortak eylemlerinin ortak evrenselleşmesinde göstermektedir. Hukuk düzeni ontolojik olarak kurulamaz, böyle bir düzen insanlar tarafından geliştirilmek zorundadır. Ahlâki bir kavram olarak hukukun aynı zamanda kanuni davranmayanlara yaptırım uygulama özelliği vardır; çünkü bireysel haklar ancak bu şekilde garanti altına alınabilir.

Hukuki ödev ve vazifelerde maksimler önemli bir role sahip değillerken fazilete dair ödev ve vazifelerde bir noktadırlar. Ahlâki eylem aslında iyi istemenin bir manifestosu olarak da algılanabilir. “İyi isteme” yalın bir istek değildir, çünkü kendisini devamlı eylemlerde göstermek zorunda ve bu anlamda bir gayeye sahip olmak durumundadır. İyi istemin iyiliği, amacın iyiliğinden çıkarılamaz. İsteme kendi değerini yöneldiği amaçtan almamaktadır.(30) Fakat insanlar her zaman doğal olarak iyi eylemde bulunmazlar. İnsanlar kendi eğilim ve isteklerini baskı altına alarak onların üstesinden gelerek iyi eylemde bulunmak durumundadırlar. Bundan dolayı iyi eylem insanlara bir görev, olarak gözükmektedir.(31) Kant bu tespitler ışığında fazilet öğretisinin temel ilkesini şöyle belirler: “ Öyle bir maksime göre hareket et ki; bu maksim diğer insanlarında kabul edebileceği bir maksim olsun.” (32) İnsanın kendisini eylemlerinde amaç olarak ortaya koyması Kant’a göre insan olmanın temel karakteristiğidir.(33) İnsan Kant’a göre herhangi bir davranışı sergilemeye zorlanabilir fakat onun her şeyden bağımsız olarak kendi amacını kendisinin belirleme özgürlüğü vardır. “Amaç, insan isteminin objesidir, onun düşünülmesi sayesinde eylemin kendisi ortaya çıkmaktadır.” (34) Kant’ın burada kastettiği, değer belirleme olarak anlaşılabilir; burada “amaç” kavramı “değer” kavramı ile örtüşmektedir. Aynı zamanda görev olan amaç, pratik akla işaret eder.

Fazilet öğretisi hukukun aksine daha çok amaç- ki bunlar aynı zamanda vazife olarak algılanmaktadırlar - ya da eylemin maksimleri ile ilgilidir. Kant fazileti yüksek tesirli, sağlam ve kendini devamlı açımlayan fakat uygulama ile kazanılan temel ilke olarak tarif eder.(35) Kant’a göre hayata dair davranış kalıpları ve maksimler fazilet öğretisinin önemli bir parçasını oluşturmalarına karşın henüz fazilet olarak değerlendirilemezler. Faziletler, uygulama ile kazanılan bu davranış kalıpları ve maksimlerin etkisi sonucu oluşurlar. Özet olarak faziletler, bireyin temel tutumlarıdırlar. Kant, faziletlerin kendi ideal tanımlarından hareketle aslında insanın faziletlere değil faziletlerin insana sahipmiş gibi göründüğü iddiasındadır. Çünkü Kant’ın fazilet olarak belirlediği şeyler ilke olarak genel- geçer ahlaki ilkelerdir. Burada etiksel zorunluluğun şartsız karakteri kendisini göstermektedir. Kant faziletleri, bireyin normlar ve değerler sistemine uygun bir biçimde devamlı yapa geldiği ahlaki bir hayat tarzına dair temel tutum ve yetenekleri olarak anlamaktadır. Bu anlamda fazilet kavramı mükemmelliğe ulaşma eğilimi ve başkalarının mutluluğuna yardımcı olma özelliğini de içermektedir.(36) Kant’ta genel anlamda ahlâk özel anlamda fazilet öğretisi insani duygularla yakından ilgilidir. Kant meyilleri (Neigungen) dış etkiler aracılığı ile alınmış zevke ya da sıkıntıya dair subjektif duygulanımlar olarak tanımlar. Kant, “insani duygulanımlardan” ve “duygular tarafından kuşatılmaktan” sıkça söz etmektedir. Kant “duyguların patolojisi” deyimini kullanır. Ve “pathos” kavramı (yunanca: Acı) üzerinde önemle durur. Fakat bu kelimeden türetilen pathologie kavramı Kant’a göre hastalık sebeplerinin bilimsel açıdan incelenmesi ile ilgili olmayıp daha çok duygu yoğunlaşması ile ilgilidir. Meyiller ahlâkın genel prensibi ya da ölçüsü olamazlar; çünkü onlar subjektif ve pasif karaktere sahiptirler. Meyillere dayalı eylemler temel ahlâki isteme ters düşmedikçe ahlâki ya da gayri ahlâki olarak değerlendirilemezler. Ahlâki eylem bireyin herhangi bir davranışa karşı eğiliminin oluşmaması durumunda kendisini ortaya koyabilir. Yani bireysel arzu ve istekleri tatmine yönelik meyiller sayesinde oluşan eylem ahlâki eylem sayılmaz. Ahlâkilik idesinin dikkate alınması bizim eylemlerimizin motivasyonu olmalıdır. Kant “dikkate alma” gözetme duygusuna özen önem vermektedir, çünkü bu duygu kendisini akıl süzgeçinden geçirmiş aynı zamanda kendi kendisini denetleyen bir duygudur. Bu göz önünde tutma duygusu meyilleri motive eden güce engel olmakta ve eyleme ket vurmaktadır. Bu anlamda bu duygunun meyillere ve tabii duygulara olumsuz bir etkisinin olduğu aşikardır. Biz eylemlerde ahlâkiliği göz önünde bulundurma duygusunu mükemmel ve parçalanmamış bir kalbin saf temizliği olarak da anlayabiliriz.

Kant moralitenin ölçüsü olarak her türlü anlamlandırmanın dışarıda bırakıldığı yalın aklı gösterir. Sadece akıl süzgecinden geçirilmiş duygular Kant’a göre yalın akıl ile sosyal yaşam arasında köprü vazifesi görebilirler. Bu tespit yukarıda fazilet öğretisinin karakteri ile ilgili yapılan açıklamalar ile uyuşmaktadır. Yukarıda fazilet, ahlâki bir hayat sürmek üzere bireyin temel tarzı haline gelen duygusal kabiliyetlerin yönlendirilmesi olarak tanımlanmış. Fazilete dair vazifelerin amacı diğerlerinin aksine nihai noktada insan mutluluğudur. Mutluluğu Kant, bütün meyillerin tatmin edilmesi olarak görmektedir.(37) Fazilet ile ilgili vazifelere diğerlerinin aksine ihtimam ve sevgi duyguları eşlik etmek durumundadır. Çünkü bu duygular olmadan faziletin ne olduğu anlaşılamaz.

Başkalarının mutluluğunu istemek yukarıda belirttiğimiz gibi fazilete dair bir görevdir. Buna karşın Kant burada bir muhtemel tehlikeye de işaret eder; insanın devamlı surette kendi istek ve ihtiyaçlarından vazgeçmesi insanda içsel bir memnuniyetsizliği ortaya çıkarır. Bu memnuniyetsizlik ahlâk açısından önemli bir tehlike doğurur.(38) Başkaları adına devamlı surette insanın kendi arzu ve isteklerinden vazgeçmek zorunda kalması Kant’a göre ahlâki de değildir. “ İnsanın kendi durumuna göre gerçek ihtiyacının ne olduğu ve onun nasıl belirleneceği bireyin kendisine bırakılmalıdır. Çünkü insanın kendi mutluluğunu başkalarını mutlu etmek adına feda etmesi istenemez. Böyle kendi içinde kendisi ile çelişen bir maksim düşünülemez.”(39) Bu anlamda bir derviş ahlâkı Kant tarafından olumlanmamaktadır.(40) Kant ahlâki vazife ve görevleri rasyonalist bir bakış açısıyla ele almaz ve bireyin kendisini ahlâkilik adına feda etmesini beklemez.

Kant’a göre etik, bütün insanlar için geçerli olduğu iddia edilen “ tanrının isteği” ilkesi ile temellendirilemez. Ahlâki düzen daha çok ‘insani istek’ ilkesinden hareketle kurulabilir. İnsanın ahlâki düşünme ve davranma kabiliyetine sahip olması kendisine özgürlüğün kapısını açmaktadır. Bu anlamda Kant’ın ahlâk anlayışı dinsel ahlâk anlayışından tamamen farklı bir karakter sergilemektedir. Kant ahlâk felsefesini temellendirmede temel ilke olarak Tanrı’yı almak yerine, kendisinde “iyi istemenin” bulunduğu davranışlarını kategorik imperatiften kaynaklanan genel ahlâki ilkelere göre ayarlayan insanı temel alır.


Kant'ın ( ahlak felsefesi)
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha fazla bilgi edin…