- Cihaz
- iPhone 13 pro Max
- Katılım
- 10 Haz 2018
- Konular
- 511
- Mesajlar
- 2,081
- Çözümler
- 2
- Tepkime puanı
- 1,281
- Puanları
- 2,464
- Konum
- Türkiye
Günümüze Stoacılardan çok az eser kalmıştır. Sokrat öncesi filozofların eserlerinde olduğu, gibi, bunların eserlerinden de bazı sayfalar günümüze kadar korunabilmiştir. Bu belgelere dayanarak Stoa felsefesiyle ilgili oldukça açık bir yargıya ulaşabiliyoruz.
Aristo'dan sonraki felsefelerin birbirlerine karşı olan birtakım okullara ayrıldığını biliyoruz. Bu okulların ortak yanı, tümünde, bugün olduğu gibi, felsefenin; mantık, fizik (metafizik) ve ahlâk olarak üç ana disipline ayrılmış olmasıdır. Mantık; "Doğru bilginin metodu nedir? Eliğimizin sınırları nedir?" gibi sorulara yanıt arar. Fizik, evrenin yapısı ve ana yasaları ile ilgili sorunları çözümlemek çabasındadır.
Ahlâk ise; "insanı, mutluluğa götüren yol nedir? İnsan yaşamının anlamı nedir? İnsanın yasam ve ölüm karşısındaki tutumu ne olmalıdır?" soruları ile ilgilenir. Aristo'dan sonra ahlâk, felsefenin bir numaralı disiplini, bir çeşit baş tacı olmuştur. Bunun içindir ki, bu dönemde mantık ve metafizik yalnızca ahlâka bir giriş, ahlâka bir yardımcı olarak algılanıyordu.
Bu iki felsefe dalına yalnızca bu açıdan bir ilgi duyuluyordu. Ancak özellikle Stoacılar, insan yaşamının anlamını öğrenmek için, bu yaşamı kesinlikle evrenin çerçevesi içinde dikkate almanın gerekliliğine inanıyorlardı. Bu nedenle fiziğin Stoa felsefesinde her zaman önemli bir yeri olmuştur.
Stoacılara göre fizik önemliydi, çünkü; onlara göre gerçek olan, kesinlikle "maddî olan "dır. Eflâtun'un ideler varsayımına karşı olan bu anlayışa başka bir düşünce daha eklenmiştir: Stoacılara göre; maddî ve somut olan gerçeklik, "canlı" bir bütün oluşturur, tıpkı bir organizma gibi.
Tüm maddî varlıklara etki eden bir "evren ruhu" vardır. Maddî bir şey olarak tasavvur ettikleri bu evren ruhunu Stoacılar, "gerçek ateş" olarak kabul ederler. Ateş en hassas unsurdur ve tüm eşyayı etkisine alma yeteneğine sahiptir. Gerçek ateşten oluşan evren ruhu, evreni bir bütün olarak birleştiren bir güçtür.
Evren ruhu, sonradan tüm canlılarda etkili olan bireysel ruhlara bölünür. Bitki, hayvan ve insanda etkili olan yaşam gücü, gerçekte evren ruhundan kopup ayrılmış olan güçlerdir. Stoacılar evren ruhuna, Heraklit gibi, "Logos" adını verir. Bilineceği gibi logos; "söz", daha genel anlamda, anlamlı ve tutarlı bir cümle demektir.
Tutarlı bir cümle, anlamlı bir söz gibi, evren de anlam ve tutarlılığa sahiptir. Stoacılar tüm evrene egemen olan logos yanında, bir de tek tek varlıklara dağılmış olan ve onlarda etkili olan "Lodoslardan söz ederler. Nasıl ki ayrı ayrı canlılarda etkili olan ruh, tek bir evren ruhunun "parpaları" ise, bunun gibi, tek tek insanda bulunan akıl da tek bir "tümel akıl"ın parçasıdır. Aynı şekilde, insan bedeni de evren bedeninin bir parçasıdır.
Bu düşüncelerden Stoacılar şu sonuçlan çıkarırlar: Stoacılara göre "ölüm", bedenin ve ruhun, evrenin beden ve ruhuna dönmesidir. Bunun içindir ki ölüm korkulacak bir şey olamaz. Çünkü ölümle, beden ve ruh aslına dönmüş olur. Bir evren ruhu ve bir evren bedeni kabul etmekle, Stoa metafiziği tam anlamıyla "panteist" olmuş bulunuyor.
Stoacıların panteizminden başka bir sonuç daha çıkar: Onlara göre her şey, ölçülü bir "amaç "a göre yapılmıştır ve bu amaca göre hareket eder. Öncelikle, olan her şey "zorunlu" olarak olur. Bu evrene zorunluluk hâkimdir. Evrende rastlantıya yer yoktur. Ancak bu zorunluluk kendiliğinden bir zorunluluk olmayıp, içten ve canlı bir zorunluluktur.
Bu, tohumdan bir bitkinin yetişip meyve vermesi türünden, bir zorunluluktur. Bu canlı zorunluluk tek tek insanların yaşamına da hâkimdir. Her insanın kaçınamayacağı, yaşamına zorunlu olarak hâkim olan bir "yazgısı" (kader) vardır. Yaşamın şekli, insan için önceden belirlenmiştir. Nasıl ki bir tohumun vereceği meyve önceden belirlenmişse.
Bunun için insan yazgısını (kader) olduğu gibi kabullenmelidir. İnsanın yazgısından kaçmaya kalkışması tümüyle hatalı ve yanlıştır. Çünkü yazgı, insan yaşamına zorunlu olarak egemendir. İnsanın yazgısından şikayet etmesi, tıpkı bir meşe ağacının "neden benim meyvelerim palamut da, herhangi bir başka meyve değil" diye şikayetçi olmasına benzer.
İnsanın yazgısı ile ilişkisi, meyvenin ağacıyla ilişkisi gibidir. Bunun içindir ki, insanın yazgısından şikayet etmesi doğru değildir. Şikayet etmekle de insan yazgısından herhangi bir şeyi değiştiremez. Bu nedenle insan için tek "ölçülü hareket" (makûl) biçimi, yazgısını olduğu gibi kabullenmesidir. Aksi halde, elden bir şey gelmeyeceği için, tümüyle üzüntü ve sıkıntıya düşülecektir.
Bu tutum, özellikle her canlı için kaçınılmaz olan, "ölüm" için gereklidir. Ölüm en genel bir yazgıdır. Ölüm her canlı için kaçınılmazdır. Bu nedenle, en genel yazgı olan ölüme karşı koymaya kalkışmak anlamsızdır. Sonraki Stoacılardan olan Epikür'ün şu sözü çok ünlüdür: "Tıpkı olgunlaşmış bir meyve gibi öl ve ölürken de seni var eden ağaca teşekkür et!.."
Stoacıların ahlâk görüşlerine temel aldıkları bir başka ilkeye göre de, insan "doğaya göre" yaşamalıdır. Yani insan, bedeni ve ruhu ile bir parçası olduğu evren konusunda bir bilince sahip olmalıdır. İnsan evrenin bütünü içindeki yerini ne kadar kesin olarak belirlerse, o derece uyumlu bir yaşama kavuşur. Stoa ahlâkı aslında, bu okulun fizik anlayışına dayandırılmıştır. Temelde panteist bir görüşe sahip olan Stoa ahlâkı, insanın doğru ve anlamlı bir yaşam sürebilmesi için, öncelikle bu evren içindeki yerini belirlemesini ister.
Stoacıların din anlayışına da yine bu açıdan bakılmalıdır. Stoacılar halk dinini olumlu karşılar. Ancak onlara göre halk dinindeki birçok Tanrıları önemsememek, bunları, dinin gösterdiği gibi değil de, felsefî bir yorumla anlamak gerekir. Söz gelişi eski Yunan dininin en büyük Tanrısı Zeus, Stoacılara göre "Evren ruhu"ndan başka bir şey değildir.
Öteki Tanrılar da "Evren ruhu"nun çeşitli oluşumlarını dile getirir. Stoacıları o dönemdeki halk dini ile buluşturan asıl nokta, onların da, halk dini gibi, evrene bir kutsal erdemin hâkim olduğuna inanmalarıdır. Her şeyin evren ruhunca yönetildiğini kabul eden Stoacılar, evrendeki her oluşumun "zorunlu" ve "ölçülü" olduğuna inanırlar.
Stoacıların bu inancı, onları sonunda yüzeysel bir teolojik görüşe götürmüştür. Bu bakımdan Stoa felsefesi bize XVIII. yüzyıl felsefesini hatırlatır. XVIII. yüzyıl felsefesi de, insan da dahil olmak üzere, evrendeki her şeyin "mükemmel" olduğunu kanıtlamak ister.
Gerek eski Yunan dininde, gerekse Roma dininde "kehanet" (bilinmezi bilmek) büyük rol oynamıştır. Eski Yunanlılar kesilen kurbanlardan, yıldızlardan, rüyalardan geleceği okumaya çalışırdı. Her önemli karar ve uygulamadan önce, özellikle devlete ait konularda, atılacak adımın doğruluğunu anlamak için bazı sembollere başvurulurdu.
Stoacılar kehanete de olumlu yaklaşırlar. O kadar ki, ona bilimsel bir temel kazandırmaya bile çalışırlar. Çünkü onlara göre evrende hiçbir şey tek başına değildir. Her şey birbirine bağlıdır, her şey "bütün" ile ilgilidir. Bu nedenle kurban hayvanlarının bağırsakları, kuşların uçuşu vb. ile ilerde olacak olaylar arasında bir ilişki vardır.
Bunun içindir ki, bunlardan yararlanarak geleceği okuyabilmek mümkündür. Stoacılar astrolojiye de inanırlar, yani yıldızların insan yaşamı üzerinde büyük rolleri olduğu görüşüne coşkuyla katılırlar.
Aristo'dan sonraki felsefelerin birbirlerine karşı olan birtakım okullara ayrıldığını biliyoruz. Bu okulların ortak yanı, tümünde, bugün olduğu gibi, felsefenin; mantık, fizik (metafizik) ve ahlâk olarak üç ana disipline ayrılmış olmasıdır. Mantık; "Doğru bilginin metodu nedir? Eliğimizin sınırları nedir?" gibi sorulara yanıt arar. Fizik, evrenin yapısı ve ana yasaları ile ilgili sorunları çözümlemek çabasındadır.
Ahlâk ise; "insanı, mutluluğa götüren yol nedir? İnsan yaşamının anlamı nedir? İnsanın yasam ve ölüm karşısındaki tutumu ne olmalıdır?" soruları ile ilgilenir. Aristo'dan sonra ahlâk, felsefenin bir numaralı disiplini, bir çeşit baş tacı olmuştur. Bunun içindir ki, bu dönemde mantık ve metafizik yalnızca ahlâka bir giriş, ahlâka bir yardımcı olarak algılanıyordu.
Bu iki felsefe dalına yalnızca bu açıdan bir ilgi duyuluyordu. Ancak özellikle Stoacılar, insan yaşamının anlamını öğrenmek için, bu yaşamı kesinlikle evrenin çerçevesi içinde dikkate almanın gerekliliğine inanıyorlardı. Bu nedenle fiziğin Stoa felsefesinde her zaman önemli bir yeri olmuştur.
Stoacılara göre fizik önemliydi, çünkü; onlara göre gerçek olan, kesinlikle "maddî olan "dır. Eflâtun'un ideler varsayımına karşı olan bu anlayışa başka bir düşünce daha eklenmiştir: Stoacılara göre; maddî ve somut olan gerçeklik, "canlı" bir bütün oluşturur, tıpkı bir organizma gibi.
Tüm maddî varlıklara etki eden bir "evren ruhu" vardır. Maddî bir şey olarak tasavvur ettikleri bu evren ruhunu Stoacılar, "gerçek ateş" olarak kabul ederler. Ateş en hassas unsurdur ve tüm eşyayı etkisine alma yeteneğine sahiptir. Gerçek ateşten oluşan evren ruhu, evreni bir bütün olarak birleştiren bir güçtür.
Evren ruhu, sonradan tüm canlılarda etkili olan bireysel ruhlara bölünür. Bitki, hayvan ve insanda etkili olan yaşam gücü, gerçekte evren ruhundan kopup ayrılmış olan güçlerdir. Stoacılar evren ruhuna, Heraklit gibi, "Logos" adını verir. Bilineceği gibi logos; "söz", daha genel anlamda, anlamlı ve tutarlı bir cümle demektir.
Tutarlı bir cümle, anlamlı bir söz gibi, evren de anlam ve tutarlılığa sahiptir. Stoacılar tüm evrene egemen olan logos yanında, bir de tek tek varlıklara dağılmış olan ve onlarda etkili olan "Lodoslardan söz ederler. Nasıl ki ayrı ayrı canlılarda etkili olan ruh, tek bir evren ruhunun "parpaları" ise, bunun gibi, tek tek insanda bulunan akıl da tek bir "tümel akıl"ın parçasıdır. Aynı şekilde, insan bedeni de evren bedeninin bir parçasıdır.
Bu düşüncelerden Stoacılar şu sonuçlan çıkarırlar: Stoacılara göre "ölüm", bedenin ve ruhun, evrenin beden ve ruhuna dönmesidir. Bunun içindir ki ölüm korkulacak bir şey olamaz. Çünkü ölümle, beden ve ruh aslına dönmüş olur. Bir evren ruhu ve bir evren bedeni kabul etmekle, Stoa metafiziği tam anlamıyla "panteist" olmuş bulunuyor.
Stoacıların panteizminden başka bir sonuç daha çıkar: Onlara göre her şey, ölçülü bir "amaç "a göre yapılmıştır ve bu amaca göre hareket eder. Öncelikle, olan her şey "zorunlu" olarak olur. Bu evrene zorunluluk hâkimdir. Evrende rastlantıya yer yoktur. Ancak bu zorunluluk kendiliğinden bir zorunluluk olmayıp, içten ve canlı bir zorunluluktur.
Bu, tohumdan bir bitkinin yetişip meyve vermesi türünden, bir zorunluluktur. Bu canlı zorunluluk tek tek insanların yaşamına da hâkimdir. Her insanın kaçınamayacağı, yaşamına zorunlu olarak hâkim olan bir "yazgısı" (kader) vardır. Yaşamın şekli, insan için önceden belirlenmiştir. Nasıl ki bir tohumun vereceği meyve önceden belirlenmişse.
Bunun için insan yazgısını (kader) olduğu gibi kabullenmelidir. İnsanın yazgısından kaçmaya kalkışması tümüyle hatalı ve yanlıştır. Çünkü yazgı, insan yaşamına zorunlu olarak egemendir. İnsanın yazgısından şikayet etmesi, tıpkı bir meşe ağacının "neden benim meyvelerim palamut da, herhangi bir başka meyve değil" diye şikayetçi olmasına benzer.
İnsanın yazgısı ile ilişkisi, meyvenin ağacıyla ilişkisi gibidir. Bunun içindir ki, insanın yazgısından şikayet etmesi doğru değildir. Şikayet etmekle de insan yazgısından herhangi bir şeyi değiştiremez. Bu nedenle insan için tek "ölçülü hareket" (makûl) biçimi, yazgısını olduğu gibi kabullenmesidir. Aksi halde, elden bir şey gelmeyeceği için, tümüyle üzüntü ve sıkıntıya düşülecektir.
Bu tutum, özellikle her canlı için kaçınılmaz olan, "ölüm" için gereklidir. Ölüm en genel bir yazgıdır. Ölüm her canlı için kaçınılmazdır. Bu nedenle, en genel yazgı olan ölüme karşı koymaya kalkışmak anlamsızdır. Sonraki Stoacılardan olan Epikür'ün şu sözü çok ünlüdür: "Tıpkı olgunlaşmış bir meyve gibi öl ve ölürken de seni var eden ağaca teşekkür et!.."
Stoacıların ahlâk görüşlerine temel aldıkları bir başka ilkeye göre de, insan "doğaya göre" yaşamalıdır. Yani insan, bedeni ve ruhu ile bir parçası olduğu evren konusunda bir bilince sahip olmalıdır. İnsan evrenin bütünü içindeki yerini ne kadar kesin olarak belirlerse, o derece uyumlu bir yaşama kavuşur. Stoa ahlâkı aslında, bu okulun fizik anlayışına dayandırılmıştır. Temelde panteist bir görüşe sahip olan Stoa ahlâkı, insanın doğru ve anlamlı bir yaşam sürebilmesi için, öncelikle bu evren içindeki yerini belirlemesini ister.
Stoacıların din anlayışına da yine bu açıdan bakılmalıdır. Stoacılar halk dinini olumlu karşılar. Ancak onlara göre halk dinindeki birçok Tanrıları önemsememek, bunları, dinin gösterdiği gibi değil de, felsefî bir yorumla anlamak gerekir. Söz gelişi eski Yunan dininin en büyük Tanrısı Zeus, Stoacılara göre "Evren ruhu"ndan başka bir şey değildir.
Öteki Tanrılar da "Evren ruhu"nun çeşitli oluşumlarını dile getirir. Stoacıları o dönemdeki halk dini ile buluşturan asıl nokta, onların da, halk dini gibi, evrene bir kutsal erdemin hâkim olduğuna inanmalarıdır. Her şeyin evren ruhunca yönetildiğini kabul eden Stoacılar, evrendeki her oluşumun "zorunlu" ve "ölçülü" olduğuna inanırlar.
Stoacıların bu inancı, onları sonunda yüzeysel bir teolojik görüşe götürmüştür. Bu bakımdan Stoa felsefesi bize XVIII. yüzyıl felsefesini hatırlatır. XVIII. yüzyıl felsefesi de, insan da dahil olmak üzere, evrendeki her şeyin "mükemmel" olduğunu kanıtlamak ister.
Gerek eski Yunan dininde, gerekse Roma dininde "kehanet" (bilinmezi bilmek) büyük rol oynamıştır. Eski Yunanlılar kesilen kurbanlardan, yıldızlardan, rüyalardan geleceği okumaya çalışırdı. Her önemli karar ve uygulamadan önce, özellikle devlete ait konularda, atılacak adımın doğruluğunu anlamak için bazı sembollere başvurulurdu.
Stoacılar kehanete de olumlu yaklaşırlar. O kadar ki, ona bilimsel bir temel kazandırmaya bile çalışırlar. Çünkü onlara göre evrende hiçbir şey tek başına değildir. Her şey birbirine bağlıdır, her şey "bütün" ile ilgilidir. Bu nedenle kurban hayvanlarının bağırsakları, kuşların uçuşu vb. ile ilerde olacak olaylar arasında bir ilişki vardır.
Bunun içindir ki, bunlardan yararlanarak geleceği okuyabilmek mümkündür. Stoacılar astrolojiye de inanırlar, yani yıldızların insan yaşamı üzerinde büyük rolleri olduğu görüşüne coşkuyla katılırlar.