- Adım
- burak
- Cihaz
- iPhone 11 pro
- Katılım
- 23 Haz 2018
- Konular
- 67
- Mesajlar
- 304
- Çözümler
- 1
- Tepkime puanı
- 145
- Puanları
- 2,264
Yusuf Ziya, 75 yıldır aramızda olan, Cumhuriyet tarihimizin neredeyse bütün dönemlerini; ağzından dinleyip, kaleminden okuyabileceğimiz canlı bir şahittir. Onun bu samimiyeti eserlerine de yansımıştır; insandan ve yaşamdan uzak, sürreal anlatımları kullanmaz. Ziya'nın 'yazın'ı, bir amaçtan ziyade araç olarak gördüğünü söyleyebiliriz. O, toplumcu gerçekçi yazarlarımız arasında yer alır.
1927 yılında Yozgat'ın bir köyünde doğmuş;hayatıyla ilgili belirtmeden geçemeyeceğimiz anekdotlar var; çünkü bunların yazarımızın insana, topluma bakışındaki etkenlerin temel basamakları: Çocukluk dönemi oldukça sıkıntılı geçmiş, babası köyün en varlıklı insanı olmasına karşın 12 yaşına kadar yalınayak gezip mal gütmüş, koyun gütmüş, çift sürmüş...
Köyünün aşağılanmasına bir nevi de tepki olarak Çalışkan olan soyadını mahkeme kararıyla köyünün adıyla değiştirmiş. Hayatının dönemeçlerinden birini; pek çok köy çocuğu gibi, oralarda yaşadığı bütün zorluklara rağmen, köy enstitüleri oluşturur. 1965'te TİP'ten milletvekili seçilmiştir. Toplumcu bir yazar olduğu kadar toplumcu bir aydındır. Öğretmenlik, THY'de memurluk, pazarcılık, bakkallık, yayıncılık geçmişte yaptığı işleri arasındadır. Şu anda da TKP üyesidir.
Bu öykü kitabına da hakim olan toplumcu yönüdür; o halktan, gerçeklikten, "insandan" bağlarını koparmaz. Kendinin yakından tanık olduğu köy insanının sorunlarını dile getirir, bunları objektif olarak değerlendirir, nitekim bu kültürün aksak taraflarını yazmaktan kaçınmaz.
Burada sanat anlayışıyla ilgili bir alıntı yapmadan geçmemeliyiz: "Halkın yaşamı, bir devrimci yazar için tükenmez bir kaynaktır, yazar, tüm halk sınıflarını yakından tanımalıdır. Yaşantılarına girmeli; onları anlayabilmeli, onlar gibi duyabilmelidir. Onların öfkelerine katılmalı, onların dostlarını dost bellemeli ve de bunu duyarak, içten yapmalıdır.
(...) Bir sanatçı her zaman, her dönemde yurt ve dünya sorunlarıyla ilgilenmek zorundadır. Bu sorunlara çözüm yolu bulduğumuz, gösterdiğimiz ölçüde önem kazanırız. Yurtta ve dünyada olan her olay insanla, insanın bugünüyle, geleceğiyle ilgilidir. 'Ben sanatçıyım, bu işlerle uzmanları uğraşsın' sözü bir kaçıştır."
Onun yazarlığını anlamak için bu alıntı bile yeterlidir. Bunun yanında 12 eylül döneminde Almanya'da 12 yılı sürgünde geçmiştir, bunun çevresiyle böyle ilintili bir yazarın edebiyatını etkilememesi düşünülemez." İki Dünya Arasında" adlı öykü kitabına hakim olan tema da 'ekmek kapısı-ülkesi' Almanya'nın köy insanı üzerindeki etkisidir. İlk öykü Hatçe Büyüdü Hatiş Oldu'dur.Bu uzun öyküde Almanya'dan köyüne tatil yapmaya gelmiş Haydar ve ailesinin trajedisi anlatılır.
Bahadınlı'nın duru, akıcı, canlı üslubunu kullandığı kitaptaki diğer uzun öyküsü ise "Peri Kızı" dır. Burada büyük oğlunu ve kızını Almanya'ya yollayıp, köyden uzakta bir tepede yaşamaya başlayan ve tek umutları Almanya'ya giden iki çocuğu olan bir ailenin dramı (önceki öyküyle benzerlik gösterir dramatik yönüyle) anlatılır.
Bahadınlı, Almanya sürgününde gördüklerini,insanımızın yaşadığı hayal kırıklıklarının öyküsünü anlatmıştır bize. Şöyle ki, her iki öyküde de farklı yollardan anlatılan umudun yok olduğu teması işlenir. Onların öyküleri gerçekten kopup gelmiştir. Bu, bir yığının arasından sadece birkaç insanın hikayesi öyküleştirilmesidir. Sonunda ise aklını yitiren iki kahraman kalır geriye: Hatiş ve Battal.
1927 yılında Yozgat'ın bir köyünde doğmuş;hayatıyla ilgili belirtmeden geçemeyeceğimiz anekdotlar var; çünkü bunların yazarımızın insana, topluma bakışındaki etkenlerin temel basamakları: Çocukluk dönemi oldukça sıkıntılı geçmiş, babası köyün en varlıklı insanı olmasına karşın 12 yaşına kadar yalınayak gezip mal gütmüş, koyun gütmüş, çift sürmüş...
Köyünün aşağılanmasına bir nevi de tepki olarak Çalışkan olan soyadını mahkeme kararıyla köyünün adıyla değiştirmiş. Hayatının dönemeçlerinden birini; pek çok köy çocuğu gibi, oralarda yaşadığı bütün zorluklara rağmen, köy enstitüleri oluşturur. 1965'te TİP'ten milletvekili seçilmiştir. Toplumcu bir yazar olduğu kadar toplumcu bir aydındır. Öğretmenlik, THY'de memurluk, pazarcılık, bakkallık, yayıncılık geçmişte yaptığı işleri arasındadır. Şu anda da TKP üyesidir.
Bu öykü kitabına da hakim olan toplumcu yönüdür; o halktan, gerçeklikten, "insandan" bağlarını koparmaz. Kendinin yakından tanık olduğu köy insanının sorunlarını dile getirir, bunları objektif olarak değerlendirir, nitekim bu kültürün aksak taraflarını yazmaktan kaçınmaz.
Burada sanat anlayışıyla ilgili bir alıntı yapmadan geçmemeliyiz: "Halkın yaşamı, bir devrimci yazar için tükenmez bir kaynaktır, yazar, tüm halk sınıflarını yakından tanımalıdır. Yaşantılarına girmeli; onları anlayabilmeli, onlar gibi duyabilmelidir. Onların öfkelerine katılmalı, onların dostlarını dost bellemeli ve de bunu duyarak, içten yapmalıdır.
(...) Bir sanatçı her zaman, her dönemde yurt ve dünya sorunlarıyla ilgilenmek zorundadır. Bu sorunlara çözüm yolu bulduğumuz, gösterdiğimiz ölçüde önem kazanırız. Yurtta ve dünyada olan her olay insanla, insanın bugünüyle, geleceğiyle ilgilidir. 'Ben sanatçıyım, bu işlerle uzmanları uğraşsın' sözü bir kaçıştır."
Onun yazarlığını anlamak için bu alıntı bile yeterlidir. Bunun yanında 12 eylül döneminde Almanya'da 12 yılı sürgünde geçmiştir, bunun çevresiyle böyle ilintili bir yazarın edebiyatını etkilememesi düşünülemez." İki Dünya Arasında" adlı öykü kitabına hakim olan tema da 'ekmek kapısı-ülkesi' Almanya'nın köy insanı üzerindeki etkisidir. İlk öykü Hatçe Büyüdü Hatiş Oldu'dur.Bu uzun öyküde Almanya'dan köyüne tatil yapmaya gelmiş Haydar ve ailesinin trajedisi anlatılır.
Bahadınlı'nın duru, akıcı, canlı üslubunu kullandığı kitaptaki diğer uzun öyküsü ise "Peri Kızı" dır. Burada büyük oğlunu ve kızını Almanya'ya yollayıp, köyden uzakta bir tepede yaşamaya başlayan ve tek umutları Almanya'ya giden iki çocuğu olan bir ailenin dramı (önceki öyküyle benzerlik gösterir dramatik yönüyle) anlatılır.
Bahadınlı, Almanya sürgününde gördüklerini,insanımızın yaşadığı hayal kırıklıklarının öyküsünü anlatmıştır bize. Şöyle ki, her iki öyküde de farklı yollardan anlatılan umudun yok olduğu teması işlenir. Onların öyküleri gerçekten kopup gelmiştir. Bu, bir yığının arasından sadece birkaç insanın hikayesi öyküleştirilmesidir. Sonunda ise aklını yitiren iki kahraman kalır geriye: Hatiş ve Battal.