Ali Püsküllüoğlu şiirleri

  • Konbuyu başlatan josepH
  • Başlangıç tarihi
  • Mesaj 7
  • Görüntüleme 2K

josepH

Moderatör
Apple Expert
Tecrübeli Üye
Elit Üye
Katılım
10 Haz 2018
Konular
472
Mesajlar
2,003
Daha fazla  
Tepkime puanı
1,189
Puanları
2,099
Cihaz
iPhone 13 pro Max
Ali Püsküllüoğlu


1935 yılında Kadirli (Adana)' de doğdu. 24 Haziran 2008 tarihinde hayata veda etti. Türk Dil Kurumu'nda Yayın ve Tanıtma Kolu uzmanı olarak çalıştı. Ulus gazetesinde sanat-edebiyat sayfasını yönetti. Yusufçuk dergisini çıkardı.

Dille içli dışlı olmanın verdiği rahatlığı bir kolaylık olarak algılamayarak, iç uyaklı, tartımlı dizelerden oluşan yapısı sağlam, şiirimizdeki yenilikleri dikkatle izleyerek kendi şiirinin potasında eriten, toplumsal tarihi de kapsayan, zamana dayanıklı, söyleşi edası taşıyan şiirler yazdı.


YAPITLARI

Pembe Beyaz (1955)
Aydınlık İçinde (1956)
Karanfilli Saksı (1958)
Uzun Atlar Denizi (1962)
Sırtımızda Kızgın Güneş (1965)
Unutma Onları (1976)
Yaz ve Yağmur (1978)
Gül, Sevgili Yurdum (1984)
Eskidikçe (1992)
Babadat (1998, toplu şiirler)


ŞİİRLERİ

Arkadaş
Aşktır Geride Kalan
Behçet'e Ağıt
Çobanıl
Eskidikçe
Günün Herhangi Bir Saati
Şiir Tanrısına Yakarış
Yaşlanmış Bir Gemici Gibi


ÇEVİRİ ŞİİRLERİ

Duvarcının Aşkı - Carl SANDBURG
 
ARKADAŞ



Arkadaş, iyi bir günü
Sakla kötü günlere
İyi dostu da öyle
Güleç bir yüzü de sakla
Sakla yiğitliği korkaklığı sevgiyi
Kini sakın saklama

Ağaç dik, sula çiçekleri
Çocukları görünce gülsün gözlerinin içi
Üç günlük dünya
De, bağışla herkesi
Söz götüreni, söz getireni
Kalleşi hayını sakın bağışlama

Arkadaş, ezberle ya da yaz bir yana
Otogarlarda, istasyonlarda
Ayrılık sözlerini
Hastanelerde, mapusanelerde
Söylenen türküleri
Ezberle ve sakın unutma
 
AŞKTIR GERİDE KALAN



İnkâr etmem aşkı
Ağzı bir elma tadı ağzımda

Sevdiği oyuncaklar
En güzeli mızıka

Derken geçer gider birdenbire
Güzelim yaz

Eylülle hüzün
Türkülerde yağmur

Uykusuz geceler ki
Çoktaaan unutulmuştur

Severdi her şeyi
Yollar uzun yürüse

Küçük çakıl taşları, birkaç sümüklüböcek
Bir serçe
 
ÇOBANIL



Ey tarlakuşlarının titreşip durduğu masmavi geniş alan,
Güz geldi mi çiylerle ıslanan kırlar,
Ey kül renkli ve iyi niyetli gökyüzü!
Bulutlarını yola çıkar
Ve kurşuni bir sessizliğe boğ toprağı.
Yine de
Ve yalnızca
İpince
Bir yolda, uzak bir çavlanın sesiyle gürle.

Bir adam soruyor bana: Ata binmeyi unutmadın ya?

Bir dağ doruğu gibiydi, karlı
Ve çığ salacak,
Sonsuz, diri fırtınalarla yüklü
Tepelerde, otların üstünde ilk kar
Ve sevdiğim şıvgacık fidan, yolun üstünde.
Güz yeliyle savrulup duruyor
Ve toprağa
İyice
Yaslanıyor, dökülüyor yaprakları, güzle.

Bir adam soruyor bana: Ata binmeyi unutmadın ya?

Kim bilebilir, bir tek ağaç bile olmazsa
O eski, sonsuz ormanı? Sular
Oluklardan teknelere dökülse de.
Atlar
Yeni bir koşu tuttursa da.
Kim durdurabilir düşleri, ey gece
Gözler
Açık olsa da?

İşte yanıtım:
Ey tarlakuşlarının titreşip durduğu masmavi geniş alan
 
ESKİDİKÇE



Güneşi karşılıyoruz mutlu çığlıklarla öperek,
Dağı, ovayı
Yüzyılların uykusunu
Otu, börtü böceği,
Bir kanat vuruşta uçan kartalı,
Ağır akan ırmağı,
Ağzında dünyayı taşıyan leyleği,
Korkunç bir yalnızlık duyan karacayı.

Yaşamak süsler eklemektir sonsuz gerçeğe
Derin bir soluk almak gibi
Pencereden dışarı bakmak gibi gökyüzüne,
Bir kırlangıç uçmak gibi
Kök salmak gibi toprağa;
Ölümse, açılan bir eski zaman sandığı.

Zaman diyorsun, bir çingene gibi karşıma çıkıyorsun o zaman,
O zaman zaman kaçıyor;
Kim tutabilir şimdiyi dünü eskiyi
Ölümlerden ölüm beğeni
Kırk katırı kırk satırı?

Saçlarında güller, karanfiller, dünyanın en güzel kırları,
Saçında gelincikler, sabah çiyi ve tarlakuşları
Çizmeli kedi
Yedi derya geçen şehzade
En güzel sırma tel
Sabahın yedisi ve ıssız göl
Ve güneşin hiçbir şeyi
Güvercinlerin çığlığı!

Yüz çocuk ırmağa koşuyor
Bin çocuk daha
Ve yanıyor ayakları kumlarda
Tozda ve küllerde ve saçında.
Anılar eskidikçe, insan yaşlandıkça
Kavağın gölgesi suya düştükçe
Rüzgârın sesi ve sis, odaya dolar
Ve dağlar uzakta çok uzakta
Şimdi, şu sabah gibi güzel oldukça
Kırıldıkça kırağı.

Uçuşunu görmek güvercinlerin gökte
Beni bir çocukluk anısı gibi duygulandırıyor;
Görmüyor güneşi akşam ezanı köyde.
Yalnız sular mı uykuya varacak dağlar kayalar mı şimdi?
İşte çam çıraları da bitti
Haydi sen de var uykuya:
Çöksün üstüne gecenin karanlığı!
 
GÜNÜN HERHANGİ BİR SAATİ



Bir yıldız, bir karanlık
düştü şavkı suya.
Çok değil burda artık
(ülkem için) gözyaşı
azıcık, birkaç damla.

İşte bir gün daha bitti
çocuğun gözleri doldu.
Kuyunun suyu çekildi,
gidip geliyor (gölgem)
her zaman hiçbir zaman arasında.

Nerde haziranlar nerde temmuzlar
açan her gül?
Bir düş solar
(saati yürür) çünkü,
inceden, acıyla.

Çekilmiş olsam da bir köşeye
gözlerimi yummuyorum
hiçbir şeye,
(hayır, diyorum) hayır
yüz kez, bin kez ve daha.

Yok olmaz, biliyorum
söylenmemiş bir söz bile.
Gün ışığı mı yitecek
gece karanlığı mı (diyorum)
bilinmez ama.

Bir yıldız, bir karanlık
işte bir gün daha bitti,
çok kalmadı sabaha.
Saati yürüyor günün
her zamanla hiçbir zaman arasında.
 
YAŞLANMIŞ BİR GEMİCİ GİBİ



Ben bir korsan gemisinde doğup büyüyen
Denizciye benzerim,
Kalbim kavgalara ve fırtınalara alışık;
Tayfalar gibi canım sıkılır karada
Bir hasta gibi eririm.

O dalgalar ki açık denizlerde
Korkunç yolculuklarımda benimle birlikteydi;
Her çığlıkta martılar selamlardı beni
Günlerce yemsiz kalmış martılar.
 
ŞİİR TANRISINA YAKARIŞ

Bağışla unutmuşsam, unuttum
sanma yine de;
Yalnız ve kimsesiz
bir salkımsöğüt bozkırda
ve solgun suları durgun bir deniz
gibiyim şimdi;
saçlarımı dağıtmakta
şafağın tatlı eli.

Haydi çöz şu kelepçeyi, bu dağı
bilirim ben: Pınarlar akar, sessizce;
tanırım bu ormanı,
bilirim keçiyollarını her otu, her ağacı,
her dereyi;
duyulan, kuş sesleridir;
bırak da dalıp gideyim sonsuz kıra
yaşlı ruhum, gövdemle.

Ya da çöz dilimin bağını
duysun çığlığımı dünya!
 
Geri
Üst