Edip Cansever şiirleri

ÖYLEDİR


Her sevda başlangıçtır bir yenisine
Öyledir, her yoğun günün sonu
Ezip geçer yalnızlığın burukluğunu.

Sen ki kendinden uzak binlerce tepedesin
Bir kentin alınışını seyreden, onurlu
Eski bir askerle içicesin.

Kent alındı, gece, şehrayin
Uzandın bitkin yatağına
Şurup dursa da dışarıda
Bıkkınsın, içindeki şenliği itersin.

Sürekli utkulardır mutluluk
Sustukça duruldukça yitersin.

Sabahtır sümbüller açmış çadırında
Ellerin bir başka kentin varışlarında.
 
PAŞATIQUE


Sıcak sıcak sıcak
Oturmuştum otların üzerine
Eski tiyatronun ortasındayım
Saydam bir sarkaç gibi sallanıyorum durduğum yerde
Buhardan ve güneş kokularından.

Uzanıyorum toprağa yüzükoyun
Papatyalar sırtlarını dönmüş çan çiçeklerine
Ne bir kımıltı var, ne bir ses
Ne de bir düşünce, bir anımsama işte
Diyorum, yaşamıma dadanan bir an bu
Sophokles Aiskhlos'a dargın belki de.
 
PESÜS


Ben denizin kumları üzerinde durdum
Bir heykel tadında olan ve bunu geçen
Bir şekilde denizin kumları üzerinde durdum
Durdum ki, şehrin son kalıntısı onu unutmak olsa gerek
Diyordum. Ve bütün ayrıntılarından sıyrılmış bir düzlüğün
Ayrı bir nesne gibi, daha sonra da
Hiç görmediğim bir yaratık gibi üstüme gelmeye başladığı
Bir şey olsa gerek
Ben bunu duyuyordum.

Yalnız duymak mı? korktum ve her yerlerimle yalnız oldum
Oldum ki, düzlük dediğim o korkunç varlık
Bitmez tükenmez bir kaynaktan çoğalarak
Üstüme aktıkça benim
Ben kendimi koruyordum
Sanki bir çaresizlikten ödünç aldığım kendimi
Mesela ellerimi bir heykeli bozmayacak şekilde boşluğa uzatarak
Bir anlam vermek istiyor gibiydim düzlüğe
Ve birtakım görüntüleri üst üste yığaraktan
Bir anlam
Sonra alanlarda, ana caddelerde unutulmuş
ırtıcı bir hayvan gibi işte ben
Yapılması akla gelmedik
Daha bir sürü şeyleri de hep yapıyordum ki
Pek denenmemiş bir boğuşma şekli oluyordu bu da
Sonra ben yoruluyordum.
Yalnız yorulmak mı? giderek geri çekiliyordum biraz
Pençesi asfaltlarda gezen, tüyleri camları ikileştiren
Aşılır bir yer sanan o beton duvarları
Mermerleri ve soğuk potrelleri tırmalayan
Ben
Geri çekiliyordum biraz
Güçlenip saldırmak için düzlüğe yeniden
Ama hiç bilmiyordum ki, neresinden vurulurdu bu düzlük
Neresinden bozulur
Bilmiyordum ki
Bildiğim bir şey varsa, bana pek bir zararı dokunuyordu diyemem düzlüğün
Diyemem, çünkü bir yerlerim hiç mi hiç acımıyordu ki
Ne bir baş dönmesi, ne bir göz kararması
Duymuyordum ki
Olsa olsa benim kendime bir şeyler yapmam için zorluyordu beni
Düzlük
Ve gerçekten yaptırıyordu da
Mesela giderek yenilmem gerekiyordu ki kendime, yenildim
Uzanmam gerekiyordu ki yere, uzandım sonunda iyice
Uzandım içimdeki o beyaz düzlüğün taşırdığı
Bembeyaz taneciklerin üstüne
Artık çağanozlar bir su gibi beni yalayarak
Geçiyorlardı tek sesli yaradılışımdan
Ve memeli balıklar ağır ağır doğuruyorlardı içimde
Ben ve kumlar bir pesüs gibi ağırdan yanıyorduk
Biz öyle yanıyorduk ki, dünya ise bu alevden
Bir bağışlanmamış dünyaydı
Artakalan dünyaydı eski bir tevrat plağından
Gittikçe bizim olmayan bir
Dünyaydı
Ve düzlük bir peygamber ölüsü karşısında
Bitmeyen bir düzlüktü ki... işte ben
Gene de tam kendisi oldum diyemem düzlüğün
Diyemem
Çünkü bazı olaylar bunu doğruluyor
Ve bazı düşünceler.

Şöyle ki:
Martılardan bir tanesi yalnız yaşıyormuşçasına boşlukta
Dünyanın en heyecanlı çizgilerini çizdi
Ve bulutlar doldurdu bu kıvrımları yavaştan
Ve benim yarattığım tanrılar ki, geldiler
Bir inip bir çıktılar çocuklar gibi
Çığlık çığlığa
Bu metalsi görünümler arasından
Sonra ben belki de gözlerimi yumdum
Her yerlerimle yalnız oldum ki, düzlük
Etimi ve benim bütün boyutlarımı yemeye başladı
Ve hayallerimi
Yemeye
Demek oluyor ki bir süre kalsam böyle
- Ne kadar mı, bunun pek önemi olduğunu sanmıyorum -
Kimseler tanımayacak beni. Deniz hayvanlarının
Kurumuş iskeletlerine döneceğim
Korktum
Yani hiçbir şey değilim de ben, sadece bir konuyum
Öyle mi
Doğruldum işte yeniden
Bir insan tadında olan ve
Bunu geçen ben
Denizin kumları üzerinde durdum.

Ben denizin kumları üzerinde durdum
Ben, diyorum, demek oluyor ki bir anlamım var benim de
Değişen bir şey olarak ve değiştiren
Bir anlamım var
Peki öyleyse neden hep başkaları tanımladı beni şimdiye kadar
Neden
Gerçi sessiz ve ünü olmayan bir yaratıktım, biliyorum
Ve onlar güçlüydüler, biliyorum
Ne zaman biraz öfkelenmeye kalksam, bu bile
Onların istediği bir öfke oluyordu ki
Sonra ben susuyordum
Ama bir suçluluk da duyuyordum ki, bu da bir başkaca düşmanımdı benim
Ben neydim.


II

Hiçbir şeyin hiçbir şeyliği gibi bir şeydim. Bir ara
Hiç kimselerin tutmadığı oyunlara giderdim
Tiyatrolar ki benim en sevdiğim boşluklarımdır. Maun tabutumda
Her yerleri çok süslenmiş ölüler gibiyimdir
Bir kurdelenin ya da gümüşten bir haçın altında sanki
Geri çekilmiş yüzümle, geri çekilmişliğe dargın yüzümle
Bir çelişki gibi ölümsüz
Yaşamakta olurdum.

İlkyazla birlikte kına çiçeklerinin de açtığı söylenir
Kimi zaman da bir efsane gibi söylenir, kazılardan çıkarılmış kalıntı
şehirleri
Anlatır gibi
Bana kalırsa açtıkları günden yıllarca sonra açar bu çiçekler
İlkel bir coşkunluğu bir hayat kılığına
Yıllarca sonra getirirler ki
Tıpkı fırtınalardan kurtulmuş bir geminin
Şimşekler, gökgürültüleri
Ve yırtıcı deniz hayvanlarından
Ve korkunç gıcırtılardan artakalan bir uğultuyu
Bir sabah denizinde sütliman
Güneşli, durgun bir gökyüzünün altında
Dinlenen gemicilere unutturduğu zaman
Derim ki, tam o zaman yaşanır fırtına
Onca telaş, onca ölüm korkusu o zaman.

Yani tiyatrolar ki benim en sevdiğim boşluklarımdır. Maun tabutumda
Her yerleri çok süslenmiş ölüler gibiyimdir
Bir kurdelenin ya da gümüşten bir haçın altında sanki
Ölümün bir acıyla doldurulduğu yüzümle
Geri çekilmiş yüzümle, geri çekilmişliğe dargın yüzümle
Öyle bir çelişki gibi ölümsüz
Yaşamakta olurum.

Hiçbir şeyin hiçbir şeyliği gibi bir şeydim. İşte ben
Hiç kimselerin tutmadığı oyunlara giderdim
Bir kedi ayaklarıma sürtünerekten geçerdi - ki benim yaşamımda
Her zaman bir kedi bulunur, onu ben
Bir imza gibi yazılarıma koyarım -
Ve duvarlar yumuşardı, sarkardı
Ellerimle ittiğim olurdu onları bu yüzden
Terlerdim
Sonra bir gazoz içerdim ki, yani ben
Kısaca söylemek gerekirse, bazı şeyleri hep geciktirirdim
Mesela bir mürekkep balığına, bir bahçe kapısının oymalı demir parmaklığına
Saatlerce baktığım olurdu, orkideler satılan bir dükkanın
Önündeki çiçek artıklarına
Bir bira çekme makinesine, ne bileyim
Yazısız bir kağıda günlerce baktığım olurdu
Ve yıllarca bir saplantıya
Giderek bakmanın tam kendisi olurdum. Yani ben
Bakmanın düzlüğü ve hiçliği ve sonrasızlığındaki şey
Olurdum ki, başkalarını hiç mi hiç ilgilendirmeyen
Yapayalnız bir ben kurardım
Yapayalnız bir ben kurardım ve kedi
Salona girerdi birden, başlama saatini
Bir o somutlardı sanki.

(Hiçbir şeyin hiçbir şeyliği gibi bir şeydiler onlar da
Biraz eşyaları vardı
Bir gidip bir geliyorlardı o eşyalar arasında
Biraz da susuyorlardı. Ve ağırca bir konsol
Tüyleri dökülmüş bir halıyla beraber
- Küllükleri, bir gece lambasını, duvardaki bir gravürü saymazsak -
Onların aile resimleri gibiydiler
Ve biraz da üç kişiydiler ki, ben onları buluyordum
Biri bir banka afişinde veznedar
Ben onu buluyordum
Biriyse bir ilaç prospektüsünde acılı
Ve hastalıklı bir kadın
Onu da
Buluyordum ki
Olsa olsa bir heykeldi diyebilirim üçüncüsü de
Gündelikçi bir kadın
Tozunu alıyordu bazen, siliyordu onu iyice
Böylece üç kişiydiler. Ben birdenbire buzdolabını gördüm
Yaşayan bir şey olarak
Diyebilirim ki, değişken bir yüzölçümü vardı yaşamasının
Ve beyaz
Ve mavimsi bir şekilde örtüyordu ki dünyayı
Bir seramik gibi onu dondurarak
Bir mine gibi
Şunu da söylemeliyim ki, hiçbir şey kımıldamıyordu bu yüzden
Bir tanrı yere düşse parçalanacak
Ve pencerelerden upuzun inşaat demirleri giriyordu içeriye
Gökler kalıplı ve kalın
Duruyordu bir buz dağı gibi şehrin üstünde
Ve dolap buzlanıyordu durmadan. Öyle ki
Önce mutfağı donduruyordu bir buzdolabı mantığıyla
Odalara giriyordu, sonra veznedarı
Heykeli, hasta kadını, giderek
Koltuğu, masanın altındaki kediyi - evet kediyi -
Konsolla çatlak bir aynayı da donduruyordu
Bu böyle olunca, yani evin her köşesi donmakta oldu mu
Birden bir örümcek düşüyordu yere, çıt diye bir ses
İncecik gövdesiyle kırılıp bölünüyordu
Örümcek
Ve ayna hep gösteriyordu. Ben solgun
Yüzümle buzlanaraktan içimi gezdiriyordum orada
Ve konsolda bir kadını kaydırıyordum, o kadın ki
İyiliği artık çağımıza uymayan
Bir kadın ki
Cinsiyeti belirsiz bir resim gibi duruyordu
Ellerim arasında
Ve tuhaf yüzler duruyordu, ben bunu görüyordum
Anlamları hiç değişmeyen
Mesela gülmek sonsuzca uzanıyordu. Anılar
Bir buz bitkisi gibi renksiz, yabansı
Acılar ki en kalıcıydı ve nasıl
Yeni bir insan haritasını çiziyorlardı buzların altında
Ve insan nasıl da daha çok benzeyerekten insana
Durmuştu ki, şöyleydi:
Sanırım bir soru vardı öyle sorulacak
Bir soru, evet, hiç olmazsa
Biz tarihin hangi döneminde yaşadık?
Bir insan müzesi gibi...

Kedi
Çıkardı birden salondan. Ve bitiş saatini
Bir o somutlardı sanki.)


III

Sanırım hiçbir şeyin öyle pek tamamlanmadığı
Bir çağda yaşıyordum. Ve bütün eksik kalmaların
Sessiz ve ünü olmayan bir tanığıydım ben
Ben, diyorum, demek oluyor ki bir anlamım vardı benim de
Düşünen bir şey olarak ve düşündüren
Ama korkarak söylüyorum, çok ağır bir yük gibi taşıyordum bunu da
Ve biraz da pek kullanılmayan
Ya da hiç bırakmadıkları kullanılmaya
Çok ağır bir yük gibi
Onu ben taşıyordum, düşündüklerimi
Ve bu durumda ne beni etkileyen
Ne de ben etkilendikçe bir başkasını
Etkileyen ve bizi geçen
Bir ben kurmuş oluyorduk ki, o zamanda diyordum
Yani hiçbir şey değilim de ben, sadece bir konuyum
Öyle mi?

Yeniden, yeniden, yeniden doğruluyordum
Bir insan tadında olan ve
Bunu geçen ben
Bir dram gibi sonsuz
Kumları üzerinde sonsuzluğun.
 
PHOEN I X


Ben orda, akşamına orospular dadanan
Camlarında pis sinekler gezinen, ben orda
Eskimiş bir tutuşla şarabını içiyor
Kadınlarda ölüyor kadınsız bakışlarla
Başıyla öne düşmüş yüreğiyle beraber
Ya Tanrıya inanır ya da isyana.

Kimseye vermiyor ki acılardan artarsa
Kuytular çıkarıyor sevişmeler onlardan
Bu nasıl bir bakış ki dünyaya intiharla
Ya da hep kar yağıyor da düşünmesi siyahtan
Öyle ya kim sevişirdi acıları olmasa
Kim bakardı uzağa köpekleri saymazsam.

Orası bir ölümdür şarabımı doyuran
Ölünen yüzler gibi bir bütündür adamlar
Vaftizi günışığında bir garip protestan
Tanrısıyla sevişir, herkes bilir sevişmeyi o kadar
Kim ne derse desin ben bu günü yakıyorum
Yeniden doğmak için çıkardığım yangından
 
ROBESPİERRE


Her gün biraz daha yalnız Robespierre
Ve Fransa biraz uğultulu
Yalnızdır akşamı yok edilen bir subay
Bilinmez ürkütülmüş atları ne çok sevdiği
Her yalnızlık biraz ihtilâl.

Çok şeyleri kadınlar için yaptım, kadınlar
Onlar ki yokmuşum gibi sevdiler beni
Beğenmek, beğenilmek gibi ayrı kaldılar
Bir gün de akşamdı, ben o akşamı hiç unutmam
Her sessizlik biraz ihtilâl.

İşte bir tanrı evi, kimler ki geçerken uğruyorlar
Sonra çılgınlar gibi kalabalığa
Belki de yarı kalmış bir sevgiye koşuyorlar
Belki de her boyun eğdikleri, her diz çöküş
Yavaşça bir ihtilâl.
 
RUHİ BEY ANLATIYOR:


Kısacık bir gündü, bir iki dakikalık bir gündü
Çocukların günü gibi bir gündü
Kahverengi fotoğrafları vardı, bulanıktı
Hiçbir şey açık seçik görünmüyordu
Kocaman bir bahçe olmalıydı, orda burda
Tavuskuşları olmalıydı, herbiri
Öyle bir başına hiç kımıldamadan duruyordu
Saniyeler sümbüller gibiydi
Saniyeler sümbüller gibiydi dokunsam iki parmağım arasında akıyordu
Kısacık bir gündü.

Bir kişi bile yoktu
Hayrünnisa ile ben vardım
Seylan taşları ile işlenmiş bir iğne vardı
Yansıyan kırmızılık taranıyordu güneşte
Kan gibi parlıyordu
Şöyle böyle hatırlıyorum
Beni ölüme uğurlayan bir düğün günü
Babamı hatırlıyorum
Babamın ölümünü
Kırbacıyla birlikte bir çam ağacına gömülü
Annemsa odasında babamın
Hasta yatağında
Kımıldamadan yatıyor
Pencerede sapsarı bir limon görüntüsü
Duvarda rengarenk bir kırbaç koleksiyonu
Hatırlıyorum
Dişleri vardı Hayrünnisa'nın
Hatırlıyorum
Bir şeyler vardı, ortasından kesilir gibiydi
Dişleri bembeyazdı
Kesilen her şey bembeyazdı
O dişleriyle vardı, ben yoktum
Seylan taşlı iğnenin altındaydım, ben yoktum
Hayrünnisa vardı, ben yoktum
Üç gün üç gece geçti, ben yoktum
On gün daha geçti,sonra ben günleri unuttum
Bir kuşluk vaktini iyi hatırlıyorum
İçerenköy'deki tozlu bir yolu
Postacıyı
Terziyi
Oyanmış limonluğu
Çiçek satan adamı
Bir otobüs durağını iyice hatırlıyorum
O yoktu.

Ve bir sabah ben vardım
Koskoca bir konağı bir başıma soydum
Yer halılarını çıkardım, kalın kadife perdeleri
Maun konsolu, Çin porselenlerini, gümüş takımlarını
Hatırlıyorum
Mineli pandantifleri çıkardım, altın zincirleri, pırlanta yüzükleri
Büyük kristal avizeleri, sedefli koltukları
Bursa çatmalarını, Beykoz koleksiyonlarını, minyatürleri
Hepsini, hepsini bir bir çıkardım
Tutkuyla çıkardım, şehvetle çıkardım
Öfkeyle
Kanını akıtaraktan konağın
Hatırlıyorum
Konakta o gece konakla kaldım​
 
RUHİ BEY VE LİMONLUKTAKİ YANGIN


Niye imalı öyleyse
Aşk mutlu bir sürgünlükse.

Üvey annemdi benim, ben sarışındım
On altı yaşındaydım, sarışındım
Bulanık çıkmış fotoğraflar gibiydim, görünümsüz
Yalnızdım, karışıktım
Beni tanıyan kimseler yoktu
Hiç yoktu
İçime kapanıktım
Büyük ağaçların altında
Havuzun kırık taşları arasında
Bilmezdim mutluluk nedir
Bilemezdim
Alıp başımı gitmek isterdim
İsterdim ama, kalırdım

Sanki kar yağışlarının ardından
Uzun süren kar yağışlarının ardından
Sevimsiz bir lunaparkta
Kimsesiz bir atlıkarıncaydım.

Bir limonluğumuz vardı, öğle saatlerinde
Bazen o limonlukta uyurdum
Karışık düşler görürdüm
Yalnızlık?
O bir başına kalırdı, ben bir başıma kalırdım
Sanki hiç tüketilmeyen bir otobüs durağı
Gibi kalırdım
Bir gün
İçeri girdi, uyanıktım
Yarı uzanmıştım, uyanıktım
Bir üşümüşlüğü tutuyordum yüzümde, uyanıktım
Dudakları aralıktı, ben uyanıktım
Öyle bir süre durdu, baktı
O baktı ben de baktım
Yanıma usulca uzandı
Uzandığını görmedim, ama uzandı
Dağıldı, uçuştu, bir gülüş gibi uzandı
Önce şaşırdım
Önce hiç kımıldamadım
- Yalnızlık biraz azaldı -
Saçlarımı sevdi, hiç kımıldamadım
Bir biçim değildim sanki, bir nesne, bir şey değildim
Biraz utandım
Sokuldu bana iyice, bana sarıldı
Dudaklarımı aldı, dudaklarımı taşırdı
Köpüren sütler gibi taşırdı
Köpükler içinde kaldım
- Mevsim her zamanki gibi yazdı -
Birden beyaz bacaklarını gördüm
Sonra her şeyi gördüm
O her şeyi ben ilk defa gördüm
Ses çıkarmadım
Ses çıkarmadım, köpüren sütler gibiydik
Beni yeniden öptü, üstüne çekti beni
Köpüren sütler gibiydik
Limonlar beyazlandı
Bir limondan başka bir limona geçtik
Bir limondan başka bir limona geçtim
Gözlerim süt gibiydi, sayısız gözlerim vardı
İlk defa vardı
Upuzun sürdü, kısacık sürdü
Beni bıraktı
Ayağa kalktı, saçlarını düzeltti
Süt dindi
Ama ben kaldım
Çoraklar, çöller, tuzlu denizler gibi kaldım
O gözlerini dikti bana
- Ben suyun yanması gibi tuzda -
Anlamsız, uzun
Gizli, korunaklı
Yüzüyle itermiş gibi ilk defa gördüğü bir yaratığı
Yıllarca, ama yıllarca
Baktı baktı baktı.

Kimseye bir şey söylemedim
Ama bir daha gelmedi
Ne sevgi, ne nefret, ne önceleri bir şey duymadım
Sadece gelsin istedim
Uyanık bekledim
Gelsin istedim
Ama bir daha gelmedi.

Anladım neden sonra
Anladım kötülük olsun diye geldiğini limonluğa
O bembeyaz dişleriyle yoktu, ben vardım
Üç gündüz daha geçti, ben vardım
On gün daha geçti, sonra ben günleri unuttum
- Unutmak ben büyüdükçe o benim çocukluğum -
O yoktu
Beni uyardı, beni yalnız bıraktı, anladım
Çocukken vururdu, kanatırdı, ezerdi
Bu kez de
Anladım severekten
Okşayaraktan yapmak istedi aynı şeyi.

Üvey annemdi, ben sarışındım
O da sarışındı
Beni uyardı, beni yalnız bıraktı

(Açık saçık giyinirdi, pek anlamazdım
Dudaklarını ıslak tutardı, pek anlamazdım
Şehvetle aralardı, bembeyaz dişlerini görürdüm
Bembeyaz dişlerini görürdüm
Bembeyaz
Kalçalarını okşayaraktan tutardı.)

O günden sonradır ki iyi tanıdım ben kanı.

Bir gece uykudaydı bütün konak
Gizlice bahçeye çıktım
Yaralı bir hayvan gibi sürünerekten
Sokuldum limonluğa usul usul
Döktüm bir şişe gazı ve limonluğu yaktım.
 
SALINCAK

I

Büyük bir oda. Bahçeye açılan bir pencere
Ortada bir masa
Yanda bir kapı
Daha birkaç şey: Örneğin bir yunus balığı camdan, bir heykel
Sabah. Duvarda gün tanrıları
Rezneler, sedef otları, küpe çiçekleri görünür pencereden
Görünür ama görünmez
Yani hiçbir şey yerinde değil pek. Bugün ne?

Salı! O bile yerinde değil
Bir bardak, bir sürahi yerinden edilmiştir, nereye koysak
Nereye?
Bilmem!
Bir çıkrık bir zaman dışını kolaçan eder şöyle
İyi. Biz buna bir durumun sınırsız gelişimi diyoruz
Diyoruz; sanki o her şey kadar bir her şeyi getirir, yığar
Çıkrık
Bir su gürültüsü, bir pul koleksiyonu, bir duanın yaratılışı duyulur bu ara
Duyulmaz ama duyulur
Başlar çünkü onlar da; yani pul, su gürültüsü, dua
Başlar bir insan gibi; süreyi, düzeni ölümü taşımaya

Sabah. Duvarda gün tanrıları
Birinin süresiz terlik giyeceği tutmuştur yukarı katta
Aşağıda
İskemle gıcırtısı, ayak
Tütün kokusu, koku
Yaz kelebeği tadında bir soluma
Yer değiştirme, kımıltı
Tekrar soluma
Kadın
Sessizlik.

II

Gün ışır iyiden iyiye, odanın orta yerinde bir kayalık
Sarı bir kertenkele... onunla her şey bir iki sıçrar, durur
Başkaldırır, düşer
Bir çorak bağırışı, bir taşın ikiye bölünmesi işitilir. Sonra?
Bir su arayışı, bir bozgun... Biz buna benzer her şey diyoruz, her şey her şey
her şey
Çünkü o, kadın
Uzanır, sağar bir yokluğun içinden
Gene bir yokluğu sağlar, üşenmez
Bir gül çukuru tersine döner, bir alev kıyısı doğurganlaşır
Çıkar boş kıyılardan katılaşmış akşamüstleri
Böler o bakışları bir sarkaç gibi binlere
Ama bir zaman gibi değil, bir sarkaç gibi böler
Yani olanlar olmuştur bir kere
Bir kartal donakalmıştır sıcaktan. Bir U sesi duyulur
Yaratılmaya uygun bir ses, U
Uzağa bakar kartal. O kadar bakar ki, bakmaz
Taş kesilmiştir taş, boynu ileri düşmüştür
Tanrım bize bir salıncak!
Çok çabuk geçmek için şu olup bitenleri
Bir daha, bir daha, bir daha
Unutmak unutmak unutmak
Tanrım!
Taş kesilmemek için taş
Bunu evrenin sonsuzluğu diye yorumlar varlığı olmayan bir söz

Kadınsa kımıldamak ister, olmaz
Yer değiştirmek ister, olmaz
Solumak birdenbire
Gene olmaz
Olacak bir şey boşuna aranır, boşuna boşuna boşuna
Bir kaya daha çatlar
Başlar ufacık taşlar yuvarlanmaya
Eser bir silinti, bir sisin dağılışındaki öz
Çıkar o yunus balığı, o heykel
Yaz kelebeği, kapı
Sonra?

III

Sonra ne? Sabah! İyi bir gün başlar ne de olsa
Tepeden tırnağa beyazlar giyinmiştir kadın
Ne var ki bir kadın gibi değil, bir aşk, bir umut gibi değil
Bir aralık gibi durur dünyada
İşte bir soru!
Okurken elinde tuttuğu; okumaz, gene elinde tuttuğu
"Önce hep gece vardı" diyen bir kitapla
Biz buna bir sorunun sınırsız gerilimi diyoruz
Diyoruz; çünkü o kadın
Ne yapsa, neye uygulansa
Bir aralıktır şimdi dünyada
Bir aralık, bir aralık!
Yıllanmış ağaç kabuklarında bir yara
Bir geçit, bir su akıntısı, bir bıçak izi
Ve batık gemilerden şimdiye arta kalan
Bir batışın korkunç, ama hiç bitmeyecek izlenimi
Tanrım ona bir salıncak!
Bir gidip bir geliversin diye boşlukta
Umutla, erinçle, tutkuyla
Kendine kendine kendine katlanarak
Hani görmeden daha, bilmeden darıldığı kendine
Tanrım
Ona bir salıncak!
Tam burda
Gözlüklü, kış akşamları yüzlü bir bahçıvan
Sorar o sokak kedisinin dilindeki hızla
Sorar o çiçekleri -bir çiçek olmayan yalnız- sorar sorar sorar
Nereye kadar bilinmez
Hani bir sormasa... korkunç!

Hani bir çalgıcı vardı, başını çalgısına koymasa uyuyamaz
Sonra?
Sonra ne? İşte bir çamur gibi sıvanmış odaya
Karanlık bir kilisenin
İhtiyar zangoçunun ağzıyla
Günaydın!
İyi bir gün başlar ne de olsa

IV

İyi bir gün başlar. Dünyadayız artık. Dünya!
Şu tatlı pencereniz. Sizin. Bunu anlamayacak ne var? Pencere
Tanıklık ediyor işte. Gün mavisi bir şey. Tanıklık ediyor
Pek açık değil. Değil de... Size. Tanıklık ediyor bir de
Bunu evrenin sonsuzluğu diye yanıtlar varlığı olmayan bir söz
Yok canım! kimsenin bir şey dediği yok, söylenmiş bazı sözler yaşıyor, o kadar
İşte
Yaşamış bir kadın yaşıyor orada
Yitmek, hani durmadan yitmek, ulaşmak bir aşkınlığa
Var ya
Orada
Tek imge kayalardır, işte orada
Yaşar hiç konuşmadıklarınız, işte orada
Dışa vurmadıklarınız, şimdi orada
Her şey hep kayalardır; otlar da böcekler de, sular da
Günler de, zamanlar da
-Görünen bir zamandır çünkü orada-
Bir el yana düşmemiş, kaldı ki birden havada
Değilse bir hareket bu, yalnız orada
Orada
Bir ayak boyu yerde, bir kadın
Bırakılmış gibi yıllarca
Tanrım ona bir salıncak!
Taş kesilmesin diye taş
Donakalmasın diye boşlukta.

Hani o balıkçılla yarışan çaylağa
Kırpışan gözleriyle bakan gemici
Gibi
Baksın o da görmeden
Ne çıkar ustaymış, erginmiş uzağı görmekte gözleri.

Tanrım size bir salıncak!
 
SAPLANTI


Sözlerim kendim üstüne
Gölgem beni istedi
O ki istedi
Suyum beni istedi
O ki istedi
Cemile beni istedi
Ne oldu? hiç! alışamadım
Kartalın bir kayaya çarpısı idi

Soyundum, giyindim, tekrar soyundum
Arada olacağın düşünü kurdum
Zevk duydum bundan
Cemile anlamadı, Cemal hiç anlamadı
Safiha görmedi ki
Ve göstermedim

Sözlerim kendim üstüne
Bir uzak yerlere gitmek üstüne
Sanki gunler tek bir gune birikti
Bense çıkmazda kaldim, usandim
Çıkamazlar da üst üste
Birikmiş ufuklar kadar derindim

Ve dedim: elbette deneyeceğim.
 
SENİ GÜNLERE BÖLDÜM


Seni günlere böldüm, seni aylara
Daha yıllara, yüzyıllara böleceğim
Ve her zaman söyleyeceğim ki beni anla
Böyle eskitilmiş de olsa bu kalbi
Minesi çatlamış bir diş gibi durduracağım karşısında.

Şiirler söylenir, şiirler biter
Biz bu sevdayı neresine sakladıktı sen ona bak da
Kahverengi avuçlarına mı gözlerinin
Tam oradan mı kahverengi yağan bir aydınlığa.

Bütün günler yenileşir her bekleyişte
Ve bütün dünler, bütün geçmişler
Kapını açarsın ki bir de, hiç kimseler yok
Çaresiz, benim sana gelişim de hep böyle.

Dün akşama doğru turuncu bir bulut geçti
Sonra bütün bulutlar hep birden geçti
Anılar, anılar, belki hepsi bir kelime
 
SESLİ HARFLER


Sen, o benim, daha ne duruyorsun aşk kelimesi
Burası ben, gene bir sevdaya çağrıldı o yer
İnanma ellerimi deniz, ağzımı bulut ettiğime
Ağzım da, ellerim de dünyaya göre
Günüm aydınlıkla biter.

Tut ki ben her türlü görünmenin apayrısı
Gün günden sevdaya benzer
Bir adam düşünürsem şapkası maviyle gelen
Bir ekmek koparılsam işte o sıra
Benzer mi benzer sevdaya
Bir duruşum var çevresi gözlerinden.

Sanki yanımda gezdiriyorum aşk kelimesi
Uyanık, duygulu, her günkü yanımda
Bilmem ki ne yapsam, ne etsem bu sevinirliği
Kendimi görmeye parklara gidiyorum
Kiminin bana kiminin çaresizliğe elleri.

Kaçsam da bir türlü karanlık şimdi
Ne kadar aynı bir dünyadayız seninle
Aşka, dövüşe, maviye yetmek için
Biriyim, cesurum, var mısın ellerime
Bir başka sabaha kadar içelim.
 
SEVDA BİR ATEŞ BULDU SENDE


Sevda bir ateş buldu sende, eğilip öptü seni
Artık kimse denizi bilmiyor.

Dirseklerini masaya koyuşundan belli
Gelip geçen bir günü bitirmek istemediğini
Sevda bir umut buldu sende.

Ey bir yolcu listesinde bir ölüyü arayan
Artık kimse gözlerini bilmiyor.

Şunu imzala
Bir mektup, bir telgraf alındısı değil
Unutulmuş bir sevdadır kapını çalan
Ve sevimsiz bir terlik gibi duran odan
Kimse artık bir şey giymek istemiyor.

Sonra bir pencereden kendine
Ay ışığı gibi vuran sen
Ne sana ne başkasına benziyor.

Ve işte bir dip balığı su boşluğunda
Çırparaktan yüzgeçlerini
Hiç kimseye uymayan bir mevsim öneriyor
 
SEVİŞEN


Seni seviyorsam bununla her yerin
Öyle iç çekişlerin gibi bir değil iki
Nasıl yaşamaya başlar daha çok
Buluşan iki mısra gibi.Bir şiirin
Kokusuz, tatsız çocuk adları gibi

Bir kuş da gözlerine uygulanmış sesiyle
Öter durur kıyısız boş saatleri
Ben niye titriyorum'la birlikte
Sonsuzluk alanıdır yüreğin.

Bir anlık gecesinde bir günlük mevsimlerin
Bildik mi yaşamayı ikimizce
Biz getirdik demektir anlamayı evrene
Sevişmek alanıdır yüreğin.
 
SONRASI KALIR


On kalır benden geriye dokuzdan önceki on
Dokuz değil on kalır
On çiçek, on güneş, on haziran
On eylül, on haziran..
On adam kalır benden, onu da
Bal gibi parlayan, kekik gibi bunalan
On adam kalır.

Ne kalır ne kalır
Tuz gibi susayan, nane gibi yayılan
Dokuzu unutulmuş on yüz mü kalır
Onu da unutulmuş bir şiir belki kalır
On çizik, on çentik, on dudak izi
Bir çay bardağında on dudak izi
Aşklardan sevgilerden
Suya yeni indirilmiş bir kayık gibi
Akıp geçmişsem, gidip gelmişsem
Bir de bu kalır.

Ne kalır benden geriye, benden sonrası kalır
Asıl bu kalır.

On yerde adam geçse geçmese
Dağlardan tepelerden inen bir düzlüktüm,
anlaşılır.

Akşam olur, bir günden dibe çökerim
Su içer,dibe çökerim
İyimser bir duvarcıyım, her gün bir tuğla
düşürürüm elimden
Bu yüzden gecikirim
Size bu sıkıntı kalır.

Ne kalır

Kahvelerde kalın kalın kayısı vakti
Dişleri kesmeyenin en az kayısı vakti
Dişleri hiç kesmeyenden
Gün geçer, kendi kalır
Kahvelerde kayısı.

Gezginim, açık denizlerden yanayım
Biraz da Akdenizliyim, bu işte böyle kalır
Akdenizli herkes konuşur duyarlığını
Başka ne kalır
Biz ki bir konuşuruz geriye on şey kalır.

Ben buyum, dersin, arkadaş
Sevgilim, ben buyum
Yüreğim vurgun, dişlerim altın
Ceketim sol omzumda
Vakit vakit incelen vakit.
 
SU ALTINDA KANAT ÇIRPAN ÜVEYİK

I

Bir çift Van sesi
Van'ın doğurgan sesi
Bin çift nar düşürülmüş gibi dalından
Bu onun sesi
Sessizce yağan karda nar sesi.

Su altında kanat çırpan üveyik
Her rengin başka rengi
Resmini kendi çizer
Düşünde kendini görür
Kıyılar onun itiş biçimi
Üveyiktir Van'da anmak anılmak
Üveyiktir sanrının üvey kardeşi.

Dağ yollarında yalnız gezen çeşmeler
Suyu eşkiya soluğu
Akışı aralıksız nal sesi
İlk kulak verişte duymanın uzak
Çok derin içi
Dağ yollarında yalnız gezen çeşmeler.

Asurlu sert hüznü onun
Bizans gözleri
Yuvarlar beyaz taşlar
İçini açar bana
Açınca bana içini
Gündışı bir saattir, acı bir kış kavununda
Birikmiş gündüzlerdir
Ve gelen kimdir bilinmez
Oyunlarda ikinci
Oyunlarda üçüncü
Kişiler gibi
Söze pek karışmayan
Ya da
Çok eski bir haberci.

Kapamam gözlerimi, kapamam
Korkarım kapayınca bir başka şehirde uyursam

Yağarken yağan karda Doğu'nun
İşleyen ezik sesi
Yağarken yağan karda
Çekip gider haberci.

Eski bir manastır çanı
Akşamları suya döker süsünü
Su altından çıkan üveyik
O da
Yağmurda yıkar yüzünü
Dağ başlarında yalnız gezen ormanlar
Dağıtır kamyonlara sisinden sıyrılarak
Günlerdir boşluğunda tuttuğu hüznü
Ve hüzündür kendiliğinden
Han havlularında ağır ağır
Yem kesen atların yükü
Toplanan pazarlarda, kapanan dükkânlarda
Bütün gün ip satanların, bakır satanların
Doluşup cami çeşmelerine
El yıkarken çığırdıkları türkü
Ve Tatvan'a giden vapur bir de
Ekler bütün hüzünlere
Bir sabah bir Van hüznünün özgünlüğünü.

Sabah değilim, akşam değilim
Sunaklarda ipince
Belirsiz bir çiziğim
Yüreğim kanda parlar
Kan kadar yerde parlar
Toprakla iç içeyim
Biri kazıp bozmasa
Alıp gitmese beni
Batmadan yakalanmış çok eski bir güneşim
Öyleyim
Yeraltında gözleri kör mozayık
Yeraltında yalnız gezen parmaklar
Binlerce dibek konuşur
Binlerce dibek parlar
Koşar buğday tozuna su altındaki üveyik
Bir çift Van sesi
Doğan güneşle bu, batan güneşin sesi.

Kapamam gözlerimi, kapamam
Korkarım kapayınca bir başka şehirde uyursam.

II

Kış bitecek birazdan, kışa geç kalma
Böyle diyordu savat ustası Hasan
Gelirken az tütün getir
Bir dağ keçisi parçala
Tuz bas düşümde gördüğüm kana, tuz bas
Ne derdi güz ortalarında baban sana
Dokunma Van'a
Van köylüsü kendini çavlan gibi üretir
Göl gibi dokur
Ve beklemesini bilir, burkulur
Eğiktir şimdi boynu, sen de eğiksin
O kadarını anlarım
Ben bu savatları bunun için işlerim
Üç beş kuruşa satarım
Gözümün yeşili üstünde kalır
Balkır güz kırmızısı eğiminde
Üveyikler kalkar her bir nakışından
Durur belleğimde konuk sayılır
Senin olsun şu eski mavzer
Biri armağan ettiydi babama
Okşadı sevdi yıllarca onu
Bir gün hiç konuşmadan
Uzattı verdi bana
İşine yarar mı bilmem
Bildiğim bir şey varsa
Mavzerle denenmek ister dağlar
Hüzünle değil

Yık şapkanı arkaya
Bu da kundura
Çakal derisi bu da
Gerisi senin işin
Bir soru kendine sor, bir soru ona
Sakın sormadan vurma
Ölüm pusuda
Mahpusluk dersen
Pusuda
Ve yalnız kalma
Dün biri seni sordu, Van'a gelmiş
Görmek istemiş seni
Demek ki bir başka tutsak o da
Bir başka çekmiş
Bilirim acılar birbirine benzemez
Ama
Acılar nerde bütün, sen onu yokla
Çavlanı unutma, gölü unutma
Mavzerini ayarla
Hazır ol
Kış bitecek birazdan, kışa geç kalma.

III

Bir tarakla ya da bir iğneyle saçlarından
Tutturulmuş unutulmaya
Suçu vardı, ne miydi suçu
Suçları onların erkekleriyle
Yokluğu varlığa çevirmek suçu
Ve son kerteye gelmiş öfkenin cıvalanması
"Hayır, hiç yenilmedik, çekildik yalnız
Ve şimdi olduğumuz yerde
Ve ayaktayız"
Diyorlar ki, elbette doğru
Kim katılmak istemez onlara
Kim duymak istemez böyle bir suçu
Ah Van'ın sarı rüzgârı
Taşları şarap koyusu
Akşamı kiremit tozu
Hoşap Kalesi
Bağdat Oteli
Sınır türküsü
Bana bir resmini ver arkadaş
Ve söyle
Neresinden bulurum şu İstanbul'u
Bulamam
Senin bakışın düzgün
Bizimki çatık
Ama anlaştık ya sen ona bak
Yolun düşerse gene uğra
Bizim gönlümüz kanmaz
Aşımız bitmez senin gibi konuğa
Üstelik daha bir pekişiriz
İşleriz yan yanyken başkalarına da
Tükenmez olur sevgimiz
İyi yolculuklar sana.

İyi geceler sana da
Oğlum motoru ısıt
İyi geceler Van
Yolumuz bir başka Van'a, Kars'a.
 
SU..


Bir gün, bir uzun gün hep denize baktık
Miller ve ağırlıklar bitti
Gelip geçmeler bitti, gemilerin
Beyaz ve kocaman gövdeleri
Gözün kahverengi suyuna geldik.

Palamutlar yaktık, çalılar her zamanki gibi
Süsledi bizi bu ufak değişiklik
Çok ağır bir şeydi gün dörtgenleri üstümüze düsen
Aydınlıktan kopan aydınlıktan kesilen
Ağır mi ağır
Kaldık ne kadar kaldıksa böyle
Sonra gün diye bildiğimiz ne varsa akıtıldı
Duvarlar, sarmaşıklar, evler akıtıldı
Güneşler, hızarlar, kıymık taneleri
Vinç sesleri, çekiç sesleri bir.

Sokağın bitiminde donup arkama baktım
Her şey nasıldı diye
Sundurma hazin
Çarsı kararsız
Düzlerde yarlarda tepelerde
Kurtlar, tavşanlar, yılanlar erimekte
Herkes dünyayı bir yanından onarıyor sanki
Meltem belli belirsiz birselleri kıpırdatıyor
Gözümü kap atik sokağa baktığımda
Sudur gün.

Ah sudur, ne yandan baksam sudur
Suyun imgesi sudur
Trenlerin kalktığı her yerde
Bavullar sudur
Bir gün bir Erzurum çalkantısı
Obur gün Konya pası
Manikadan görünen İstanbul kıyıları
Çantası açık duran bir kadının anisi ve
Dudak boyası
Ardahanlı bir kartal
Kızılca hamamlı bir pirinç
Tülbentler, yazmalar, krepler
Hep sudur
Askerin son defa memleketine baktığı
Yüzünü çevirince bir bardak gibi düşüp kırılan memleket
Ve gemilerin ağır ağır limanlardan çıktığı
Ah sudur.

Bir gün, bir uzun gün bir aynanın önündeyim
Kirpikler ve saclar bitti
Gövdem duvara sürte sürte inceltilmiş bir nesne gibi
Dalgın ve uzun
Uzun ve sisli
Ben ki gövdemle tattım gövdemi, iyi bilirim
Bir hurma, bir baş dönmesi
Kokusu baş dönmesinin
Güzel kaplar aldım bu yüzden, ne kadar güzel kap varsa
aldım
Bilmek için suyumu
Ve hazırlıklı değildim ve bildim
Ben suyun bir dakika durduğu
Durunca boğulduğu bir yerdeyim.

Bir kılımı yere sermek kadar güzel ne var
Sonra püsküllerini düzeltmek kadar
Ya sofraya dilim kesilmiş bir domatesi koymaktaki
görkem
Kamyon sürmek yükünü bilmeden
Ve ikimiz bir akşam üstü sırasında
Ve akşam üstünün Anadolu ya giden bir otobüs gibi kalkması
sırasında
Dağlarda, tarlalarda, köprü altlarında
Sazların, taşların, yosunların arasından geçerek
Bir akik gibi yansıyaraktan hem de
Kırmızı bir karpuzun doğum sancısına
Su akar ben akarım
Ben akarım su akar
Vakit yok bakışmaya

Günlerden suya.
 
ŞEKERLİ GERÇEK


Ev karanlık kap kaçak iğne üstünde
Karisi çocukları var mi yok mu belli değil
Masa iskemle ocak
Arama öyle şeyleri
Bir sofra bir yaygı
Bir sedir olsun yok mu
Yok o da yok iste
İğreti bir yaşayış içinde adam
Duvarları yalnızlık yemiş bitirmiş
Gökyüzü üstünde yıldızlar daha üstünde
Kim örtsün damı duvarları kim koysun yerine
Adam bir hiçliğin üstüne uzanmış
Kimseler görmez
Kil bir torba içinde sabunlar kımıldaşır
Sabaha kadar
Adam bıktığını anlayınca hiçlikten
Gelsin pencere gelsin duvar
Gelsin karısı çocukları
Islak taşlar sabah işleri
Adam dükkana döner gene
O gerçek dediğimiz şey ışıl ışıl
Yapışık sesler çıkarır şekerlerin üstünde.
 
ŞEY ŞEY ŞEY VE ŞEYLERDEN


Bir adam kendi tiyatrosunda, tamam
Bir köpek sokak değiştirdi, korkak
İçi süt dolu bir lokanta, ve kapandı
Ben ağzıma geleni söyledim, öyle
Gene bir ağaç öttü, bu kaçıncı.

Sevişsek olmaz mıydı, varan bir
Elbette olurdu, bir kır çiçeği bir bulut
Bir gülüş kanamak üzere, ve gizli
Ve çabuk tarafından bir şey, şarap
Aşk gene kelime değiştirdi, vahşi.

Güneşe çıktık, bunu unutma, varan iki
Ne uzak bir sesimiz vardı, efsane
Gelince Çile geliyordu bir çay
Oysa biz iki demiştik, varan üç
Gözler ki demeye kalmadı, derin.

Kim bilir ne seviştik ki saat kaç
Elleri tetikte bu gazetelerin.
 
ŞU BALLANAN BAHÇE


Mavi rüyalarla dolu göğün kovası
İçinden kana kana içtiğim
Bulut kokulu gelin bohçası

Kısa sanma hayatı koş
Umut dolu bu dirlik kavgasında
Olgun bir kadın şu ballanan bahçe

Bedeller peşin ödenir
Kurumuş boğazında bir yudum suyla
Titrek korku şakacı bir at, içimin eğri ovalarında.
 
ŞU KÜÇÜK ŞEY


İndirdik mi suya denizi
--İndirmedik suya denizi
--İndirdikti suya denizi

Buruk ve unutulmuş yapıyor beni
Şu akşamüstü, şu küçük şey
Çökerken sisleriyle-küçük vapurun kamarasını andıran-
Dilsiz ve gücenmiş bir öykü gibi.

Nice sözler vardır -belli belirsiz- bir yangın yerine benzer
Arasıra kokusunu duyarız
Ve aşklar şekilsiz eylemlerdir gün günden
Biçilmemiş bir çayıdır bütün yaşam
Durumlardır çünkü akılda kalan yalnız.

Örneğin
Bir akşamdır Don nehriyle Şolohov.
 
Geri
Üst