Erdem beyazıt şiirleri

SON SÖZ

Aziz kardeşim Yusuf Erzincani'nin anısına

Ve zaman döne döne

Gelmişti başlangıç noktasına

İlk yaratılış düğümüne



Mahlukatın var olduğu

Yüzüsuyu hürmetine

Evrenin efendisinin

Kavuşmak vakti gelmişti sevgilisine.



Hayatın menbaı

Merhametin son durağı

Madeni, muhabbet ocağının

Ateşler içindeydi

Yatağında.



İltica etmişti sanki kainat

Kutsal tenine

Hayata şafak olan alnında

Ter taneleri

Her biri insanlık çilesinden

Bir haberdi sanki

Bir an oldu

Aralandı gözleri

Sonsuzu kuşatan bakışları

Süzdü ciğerparesi Fatımayı

Süzdü tek tek çevresindeki

Can dostlarını

Kıpırdadı dudakları dedi:

--- Ebubekir kıldırsın namazı

Sonra daldı daldı uyandı

son defa aralandı

Bakışları

Yöneldi bir noktaya

Karar kıldı bir noktada

Ve dedi:

--- Merhaba Ey Refik-i Ala !



Olacak oldu

Akıllar kamaştı

Kalbler tutştu

Feryat ve figan gökleri tuttu

Çekti kılıcını Faruk olan

Sıçradı orta yere :

--- Kim derse " O ÖLDÜ" , öldürürüm!



Ayrılık ateşinden

Ateşin şiddetinden

Sanki bendler çözülmüş

Felekler çökmüştü

Şuur tutuşmuş

Akıl iflas etmişti.



Sonra Sıddık olan

Yetişti geldi

Baktı baktı yatağında hareketsiz yatan sevgiliye

Mağarada arkadaşına hicrette yoldaşına

Sonra baktı çevresine

Mahşerden önce mahşer hali yaşayan

Ashabına

Aline



Ebubekir dedi :

--- Ey nas , susun !

--- Kim ki Rasulullaha tapmaktadır

--- Bilsin ki Rasul ölmüştür.

--- Kim ki Allah'a tapmaktadır

--- Bilsin ki Allah ölmez

--- Hayy ve Layemut'tur. ( Hayat sahibi ve Ölmez )



--- Ey nas, Susun!

--- " İnna lillahi ve inna ileyhi raciun."



Sonra eğildi sevgilisinin yüzüne

Sürdü bulutlanmış gözlerini

O güzellikler ülkesine

Baktı baktı ve dedi :

--- Hayatında güzeldin

--- Ölümünde güzelsin

--- Öldün

--- Bir daha ölmeyeceksin!
 
SORU



Artık beni parktaki ağaç bile anlamıyor

Siyah kedinizin kuyruğunda sallanan zaman



Bir zamanlar sevinçle giyindiğim

Ak bir güvercin kanadı gibi gururla giyindiğim

Temiz ve mavi giysim değil artık.



Yalnız imkansızlığı mı anlatır bir bulut

Yağmaya hazır bekliyorsa gökyüzünde.
 
SUSMAK......



Ey sesimi keskin bir bıçak gibi

Kınında saklayan çağ

Ey sabırla bileyen günlerimi.
 
SÜRÜP GELEN ÇAĞLARDAN



Yeryüzü bana mescit kılındı



Ant verdim toprak şahit tutuldu

Her sabah her öğle her akşam

İkindiyle yıkanarak yatsıyla donanarak

Seslerden bir sesle fırınlanıp

Sulardan polatlanan benim.





Geldim durdum önünde işte bir anıt gibi

Sıyırarak sırtımdan bir yılan giysisini.

Evet bir hançer ağacı gibi büyüyor içimde acı

Dağlardan bir dağ gibi kabaran yüreğimde.

Kargaların sırtlanlarla anlaştığı bir günde

Bir yabancı fırtınaya tutulan yapraklarım

Kudüs'te Mescid-i Aksa'da



Belki bir batı karanlığında Topkapı'da

Yangına uğramışsa

Duymaz olmuşsa kulaklarım göklerin muştu sesini





Elbet kıracağım bir gün bu ihanet kelepçesini

Çün defterler açılıp hesap soruldukta

Yetimin hakkı soruldukta yoksulun hakkı soruldukta

Milletim omuz omuza verip

Kıyama duruldukta.





Gündüzler nasıl beklerse gecenin bitmesini

Sabırla söküyorum bu tarih gecesini.







Yüreğim usul usul vuruyor Kafkasyalım

Namludan yeni çıkmış sıcacık kurşun gibi

Dağlılar dağlar gibi ormanlar ordu gibi ağaçlar asker gibi

Bir şimal rüzgarı değil bir Şamil fırtınası

Tutsaklık haritası değil bir zafer coğrafyası

Can pazarında Azerbeycan'da

Bir türkü işliyor nakışını kalbimin üstüne

"Kurban olayım ayına ayına yıldızına"

Bir ucundan dünyanın öbür ucuna

Kan olup dolaşan damarlarımda

Arabistan’da Pakistan’da Türkistan’da

Şu anda



İran'da Afganistan'da.

Gecelerden bir gece en kesin bir tarih gecesini

Delecek elbet yangına uğramış gözlerim

İçimde kayalaşan bu güç bu savaş birikintisi

Sağdan sola kavisler çizerek

Ak bir kağıt üstüne dolaşır gibi

Dolaşan Asya'yı Afrika'yı Amerika'yı

Sonra bir solukta geçerek üstünden Avrupa'nın

Avrupa'nın Rusya'nın.

"Yememiştir hiç kimse

Elinin emeğinden daha hayırlısını"

diyerek

Şafak gibi alınlara terle yazılmış

Hakkın mutlak ölçüsünü



Elbet benim işçilerim çekecek

Emeğin kutsal direğine.

O ışık ki düşer bir zenci yüreğine

Birden aydınlık kazanır zulme uğramış bütün yürekler

Onulmaz hint ağrısına tükenmez çin sancısına







İsyanın macarcasına ezilmenin çekoslavakcasına

Yanmanın polonyacasına direnmenin vietnamcasına

Gerillanın arapçasına

Yetişecek elbet benim müjdeci sesim.

Ey insan ey şimdilerde hep bir beklemeye duran

Duy zaman içre sürüp gelen bu sesi



Sürüp gelen çağlardan çağlara

Renk veren tarihe yeşil çağlayan

Savaşçı yüreğinden savaşçı yüreğine

Cezayirden senegalden

Yüreğimin içine Boğaziçine

Kelimelerden bir kelime diken yeryüzüne.

Dünyanin kalbini dinle geliyor adım adım

Dallar meyvaya dursun toprak tohuma dursun

İnsan barışa dursun selama dursun zaman

Sabır savaş zafer. Adım : MÜSLÜMAN.
 
ŞEHRİN ÖLÜMÜ



Giriş:

Duvarlar çıkıyor önüme

Şehrin mahpus yüklü duvarları

Hiçbir sır kalmamış ardında hiçbir duvarın

Nereye gitti diyorum benim elbisem nerede

Şehir soyunmuş diyor biri

Şehrin elbisesini çalmışlar

Bütün şehir çöküyor yüzünde bir insanın

Şehir boğuluyor içinde insanların kan gibi bir sesle

Mor bir kabus çöküyor üstümüze

Parkta son ağaç da ölüyor intiharı hatırlatan bir ölümle

Veda çizgisi

Kalabalık toplanıyor büyük meydanlara

------------------------ Aşka veda

İnsanlar geçiyor yollardan

------------------------ İnanca veda

Şehir kapanıyor içine

------------------------ Toprağa veda

Dolaşıyor bir heykelin taştan eli üstlerinde insanların

Kuşlar göç ediyorlar bulutlar göç ediyorlar

Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların

------------------------ İnsana veda

Bir gezgin adam

Bir adam belki de en çok bir rüzgardır şimdi

Sisli yabancı gölge gibi gezgin bir rüzgar

Şehri bir yabancı gibi dolaşıyor

Şehrin mabetleri bir bir tükeniyor

Başlıyor içinde sonsuz susuzluk

Avuçların içi terliyor.

Kaos

Kirli yollar kapansın sular akmasın deniz

sığmasın kabına

Gün batmasın aydınlatsın yüzlerde

umutsuz mahkumluğu

Makineler çalışsın taşlar yarılsın ortalarından

Anneler ağlamasın çocuklar gülmesin

Gök çöksün toprak başkaldırsın su sussun

Ağaçlar durmasın bütün saatler dursun

Durmasın ulu rüzgar şehri göklere savursun.

Durum

Makinalar bir elin baş parmağını çarmıha geriyorlar

Akıl bir akreptir intihara hazır.

Anı

Bizim ellerimiz vardı şimdi onlar nerede

Kadife gibi okşardık çocuk yüzlerini şimdi onlar nerede

Şehirde evler olurdu sıcak odaları olurdu evlerin

Sığınacak yatakları olurdu bu bizim yatağımız derdik

Bayram günleri donanırdık su gibi yumuşardı

yüreklerimiz

Camilere dolardık tüm olmaya ererdik

Biz vardık şimdi o biz nerede.

Bitiş

O en öksüz köşesine sığındığımız yalnızlığın

Yalnızlığın teselli çiçekleri üstümüze

Göçen son kuşların sedef gagalarından dökülür

Şehir bir mahşer gibi içimizde ölür.
 
TABİAT RİSALESİ



İşte hazırlanıyoruz

Ayın ondördü gibi tepelerin ardından

Görünmek için değil yalnızca

Hatta hiçbir zaman görünmek için değil

Dağıtmak için sadece

Babalar nasıl götürürlerse bir sepet içinde

Bir ömür tüketilerek kazanılan ekmeği katığı

Anne eş çocuklar evlatlıklar

Paylarına düşen kadar, adlarına yazılan kadar

Nasipleri kadar ortaktırlar

Yani babalar da ay gibidir

Bazen bir , ikisi, bazen ondördü.



Bir tünelden mi geçiyorsun kalbim

Uçsuz mağaralarda damıtarak yalnızlığını

hayatı yorumlamak değil yaptığımız

Sürekli bir hüzün yağmurunda ıslanmak belki

Dağlar dağların üstünde, tepeler ve tepelerin üstünde ben

Ayın ondördü, ay bir anne sanki

Ay ışığını emiyoruz tabiatla beraber

Birlikte bir gece dokunuyor üstümüzde

Gece dedimse kastettiğim yaşamak sadece

Yaşamak, aşkı ıstırabı vefayı isyanı.



Emerek ay ışığını nasıl da büyüyorsun ey kalbim

Bir tarafın şehirler şehirler şehirler

Mekanik bir çizgide tükenen insanlar

Bir tarafın çöl

Çölde birbirini boğazlayan aç çıplak insanlar

Bir yüzün asya ey kalbim, bir yüzün afrika

Öbür yanın avrupa amerika

Saatler nasıl yorulmazlarsa işlemekten

Sen de yorulmuyorsun ey kalbim büyümekten.



Çıkıp dağlara yaylalara

Susmak istersin

Ama yalnızca susar gibi görünürsün

Derviş olamadın

Ama başıboş da kalmadın



Ey durup durup dalgalanan kalbim

Yorulup yorulup durulduğun gün

Gerçek yorumu bulabilirsin



Yerden göğe doğru akan incecik ırmakları

Kendime mahsus bir tarzda dinlerdim ağaç bedenlerinde

O çınar o cami çınarlı cami suyun tadına vardığımız

şadırvan

Gençlik anıları hayatımızdan bir parça olarak kalmış

sokaklar

Nasıl da duyardık

Damarlarımızdan akan kanın

Şelaleler yaparak

Sağa sola saparak

Aktığını



Sonra ağaç gövdelerinden

Dal uçlarına doğru

Gürül gürül akan bahar özsularını.



Biz gene dağlara dönelim

Yalnızlığın katmer katmer bir gül gibi

Patladığı evreni doldurduğu

Mutluluğu coşkuyu sahip olunmuşluğu

Şahdamarımızda duyarak

Bir tür uçmağı yaşadığımız

Kırmızı sarı siyah arıları izleyerek

Bir gün bitiveren çiçekleri ayağımızın ucunda

Ansızın farkederek

Yaşamanın çılgınlığını değil ama

Hayatın o uçsuz bucaksız işleyişini

Mezarlardan öte o sonsuz derinliğini

Bir yıldız gibi kayarak karanlıklarda

Bir mızrağın akması gibi hissettiğimiz

Yüzyıllık ağaçların toprağı sarması gibi

O ağaçları incecik ağır çoğul böceklerin oyması gibi

Bir daha güçle duyarak idrak ederek hayatı

Sonra bir anda boşanan yağmur

Ey gök ne kadar gürültün varsa içimize boşalt çünkü

Belli ancak ihtimal ki sen dindirirsin

Bir kurşunun ete saplanması gibi

Yüreğimize saplanan bu acıyı



Bir gün ovaya inmiştik

Kadınlar erkekler ve çocuklar

Hazirandan temmuzdan ve ağustosdan biçilmiş

Kalın katmerli elbiseler giymişlerdi

Güneşle sarınmış sarmalanmışlardı

Yani derilerine karışmıştı elbiseleri

Elleri ölü değildi ama ölü gibiydi

Buğday başakları diriydi pamuk kozaları diriydi

Sarısıcak yazıda uçsuz tarlalarda

Kadınlar erkekler çocuklar

Okyanus ortasında çalkalanan gemi gibiydi.



Biz gene dağlara dönelim

Ve bir dağ akşamına başlamadan önce

Göğün kızıl kuşağı bağlanması gerek

Duyulur duyulmaz bir top sesiyle

Büyük kalaylı bakır taslara

O bakır taslarda berrak sulara

Erişince oruçlu dudaklarımız

Artık kana kana uzanmak gerek cennet tatlarına

Hamd ile şükür ile ve acele ile

Artık sabır bendinden boşanmış bir nehir gibidir

Meydana salıverilmiş koşu atları gibi

Uçabiliriz uzanabiliriz aziz nimetlere

Namazdansonra evrensel sigaralara yaslanarak

Nefes nefes içimize çekebiliriz

Dağları o dağların tepelerini derelerini ve

en kuytu yerlerini.



Karanlık

Sanki topraktan fışkıran

Göğe ağan bir orman

Ta uzaktan derinden bir kuyudan gelir gibi

Bir sönüp bir yanar gibi ipildeyen bu ışıklar

Sanki içimiz bir kuyu bu kuyuya bir taş düşer gibi

Umut gibi, korku gibi, kaybolmak gibi

Sanki yalnızlığın bir türevi simgesi

Ta uzaklardan tepelerden bayırlardan

yankılana yankılana

Gelen bir çan sesi

Çobanların içine korkuyu damıtan koyun çanlarının sesi.



Sonra yıldızlar lacivert ipek atlas bir yorganın

Evrensel bir yorganın sırma işi motifleri

Kopkoyu bir geceye sımsıkı bürünerek

Ürpertiler içinde soluyan tabiat

Birden her yerde her şeyde içimizde kımıldayan

Yürek vuruşları ile beliren zikir

Yeri ve göğü damarlarımızı dolduran

Ondan başka her şey yok olan yalan olan

Rahman

ve Rahim olan.



Önce bir övgü ile geçiliyordu sabaha

Evrenin efendisi için açıyordu güller bir sabah selasında

Hüseyni makamında söylenen bir selada ve bizzat

sonbahar bahçelerinde

Çam dalları arasından sızan rüzgarın soluğu

Sürekli zikir üzre pınarın sesi

Ve sonra ezana geçilmişti

O dağların üzerinde özgürlük meşalesi gibi seyrettiğimiz

Bir kurtuluş kandili gibi idrak ettiğimiz

Tan yıldızı da doğmuştu

Bir dirilişi muştulayan horozlar

Kuzular kuşlar böcekler acıkan ve acıkmayan diğer yaratıklar

Doğan güne gülümseyen çocuklar

Ve sonra

Hepsini kuşatan

Ve kıyama duran

Kalbim

"Tabiatın içinde tabiatla birlikte."
 
VEDA



Bu şehirden gidiyorum

Gözleri kör olmuş kırlangıçlar gibi

Gururu yıkılmış soy atlar gibi

Bu şehirden gidiyorum



İnsanlar taş gibi bana yabancı

Ağaçlar bensiz hüküm giyecek bulvarlarda

Bir tambur bir yalnızlığı anlatıyorsa

O ışıksız pencereden

Ben onu bile bile duymuyor gibiyim.



Bu şehirden gidiyorum

Gömerek geceyi içime

Sabahın hüznünü beklemeden

Gidiyorum bu şehirden.
 
YALNIZLIK



Bir gidip bir gelerek durmadan

Ay ışığını soluyan ey deniz ey o denizin dibi

Sonra büyüten yalnızlığını kanayan yalnızlığa

kalbim gibi.
 
YOK GİBİ YAŞAMAK



Boğuk bir bakışın oluyor senin

Bir girdap derinliğinde kayboluyor gibiyim

Yok gibi yaşamak bu kalkıp kurtulmak gibi kalabalıktan

Durma bana türkü söyle Anadolu olsun

Susuz dudak gibi çatlak olsun

Karanfil gibi olsun kara çiçek gibi solgun yüzün

Durmadan akıyor kalbim ayaklarına bana karanlık bakma

Ağıyorum bir karanlık karayel saçlarına

Çekme ülkemden nar yangını gözlerini

Beni bu kentten kurtar beni yalnız ko git beni

Arıyorum arıyorum o ilk çağ ırmaklarında sedef ellerini



Susmam seni ürkütmesin içimde çağlar var bilmelisin

Katı bir yalnızlık bu bilmelisin

Kaçmam kendimi bulmam ben senden yoksunum iyi bilmelisin.



Şu yalnızlık çıkmazında önümde niye sen varsın

Niye herşey bir anda kayıyor sen kayıyorsun

Kalbim niçin bu kadar yabancı sen niye yoksun

Bir sam yüklü geceleri içimden atamıyorum

Niye bunları bir anda unutamıyorum


Hadi tut elimden gök gibi ölü kadar yalnızım.
 
Geri
Üst